Türk Yıldızları
Türk Yıldızları
Türk Yıldızları
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Ne Mutlu Türküm Diyene
 
AnasayfaKapıGaleriLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Osmanlı Devleti Hakkında Herşey.

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Mareşal
Forum Kurucusu
Forum Kurucusu
Mareşal


Mesaj Sayısı : 293
Kayıt tarihi : 21/03/10
Nerden : Türkiye

Osmanlı Devleti Hakkında Herşey. Empty
MesajKonu: Osmanlı Devleti Hakkında Herşey.   Osmanlı Devleti Hakkında Herşey. I_icon_minitimePtsi Nis. 05, 2010 7:09 pm


Kuruluş Dönemi
Osmanli Beyliginin Kurulusu; Osman Bey, Oguz asiretlerinin ittifakiyla
basa geçtikten sonra, siyasî ve dinî bakimdan Anadolu'nun en itibarli ve
nüfuzlu tarikatlerinden Ahilerin mühim bir sahsiyeti olan Seyh
Edebali'nin kizi ile evlenerek, gücünü artirmis idi. Bundan sonra Osman
Gazi, Bizans'a karsi genisleme politikasini uygula*****, Inegöl,
Karacahisar ve Yarhisar'i ele geçirdi ve bölgenin mühim merkezlerinden
olan Bilecik'i alarak, burayi beyligin merkezi yapti (1299). Bu tarih
devletin kurulus tarihi olarak kabul edilir. Selçuklu Sultani III.
Alaaddin Keykubad'in Ilhanli Hükümdari Gazan Han'in kuvvetleri
tarafindan tutulup, Iran'a ***ürülmesi üzerine Selçuklu ümerasindan
bazilari ve bölgedeki Türkmen beyleri Osman Bey'e teveccüh göstermis;
Oguz an'anesine göre onun hâkimiyetini tanimayi kabul etmislerdir.
Nitekim Oguz beyleri Oguz Han töresine göre tertip edilen bir törende
Osman Bey'in önünde diz çökerek, onun verdigi kimizi içmek suretiyle
tâbiyetlerini sunmuslardir. Ancak henüz küçük bir beylik durumundaki
Osmanogullarinin, seklen de olsa bu dönemde, Ilhanli hâkimiyetini
tanidiklari bilinmektedir. Osman Gazi, beyligini ilân ettikten sonra
idaresi altindaki bölgeleri bes kisma ayirarak buralari güvendigi ve
savaslarda yararlik gösteren kimselere tevcih etti. Oglu Orhan'a
Sultanönü, büyük kardesi Gündüz Bey'e Eskisehir'i, Aykut Alp'e
In-önü'yü, Hasan Alp'e Yarhisar'i ve Turgut Alp'e de Inegöl'ü verdi.
Diger oglu Alaaddin'e ise seyh Edebali'nin emin ve nazirliginda, ailenin
geçimi için, Bilecik ve havalisinin gelirleri tahsis edildi.1302'de
Bursa tekfurunun liderliginde birlesen Rum tekfurlarinin Koyunhisar
(Bafeon) savasinda agir bir maglûbiyet tatmalari, Osman Bey'in Bursa ve
Kocaeli taraflarina akinlar yapmasini oldukça kolaylastirmisti. Bir
taraftan Bursa öte taraftan Iznik Türk kusatmasi altinda tutuluyordu.
Ancak yaslilik sebebiyle Osman Bey, fetihler için oglu Orhan'i
görevlendirmisti. Nitekim 1324 yilinda Osman Bey vefat etti ve oglu
Orhan Bey Osmanli tahtina çikti.

Orhan Bey, 1326 yilinda Bursa'yi, uzun süren kusatmanin ardindan, ele
geçirince babasinin vasiyetini yerine getirerek, Osman Gazi'nin naasini
Bursa'ya nakletti ve burayi devletin yeni merkezi yapti. Orhan Bey'in
komutanlarindan Akçakoca ve Karamürsel ise Istanbul kiyilarina kadar
akinlarda bulunuyorlardi. Bu fetih ve akinlardan telâslanan Bizans
Imparatoru Andranikos büyük bir ordunun basinda Osmanlilara karsi
harekete geçtiyse de Maltepe (Palekanon) Savasi'nda agir bir yenilgi
aldi (1329). Bu zafer, Iznik ve Izmit'in ele geçirilmesini
kolaylastirmistir. Rumeliye Geçis; Karasi Beyliginde baslayan taht
mücadelelerinden istifade eden Orhan Bey, Balikesir ve civarini
topraklarina katarak, ileride gerçeklesecek olan Rumeli fetihleri için
mühim bir mevkiye sahip olmustur. Nitekim Karasi Beyliginin deniz gücü
ve Haci Il Bey, Evrenos Bey gibi degerli komutanlar artik Osmanlilarin
emrine girmislerdir. Bizans içindeki taht kavgalari ve Bulgar-Sirp
saldirilari karsisinda, gittikçe güçlenen Osmaogullarindan yardim
isteyen Kantakuzen'in talebi üzerine Orhan Bey'in oglu Süleyman, bir
orduyla Rumeli'ye geçti (1345). Edirne'yi kusatan Bulgar-Sirp
kuvvetlerini bozan Süleyman Pasa bu zaferin karsiliginda Gelibolu'daki
Çimpe Kalesi'ni Bizans'tan aldi. Böylece Osmanlilar ilk kez Rumeli
yakasinda bir üs elde etmis oluyordu (1356). Süleyman pasa Gelibolu'nun
ardindan Tekirdag'a kadar olan bölgeleri de ele geçirerek buralara
Anadolu'dan getirilen Türkmenleri yerlestirdi. Böylece Rumeli'de de
Türklesme hareketi baslamistir. Süleyman Pasa'nin ölümünden sonra
Rumeli'deki fetihler için kardesi Murat Bey görevlendirildi (1359).
Ancak 1362'de babasi Orhan Bey'in de ölümü üzerine Murat Bey, Bursa'ya
döndü ve Osmanlilarin 3. hükümdari olarak tahta çikti (1362).Rumeli ve
Balkanlarda Fetihler; I.Murat (Hüdavendigar) önce tahtta hak iddia eden
kardeslerini bertaraf etmekle ise basladi ve bu arada elden çikan
Ankara'yi yeniden aldi. Anadolu'da birligin saglanmasinin ardindan Murat
Hüdavendigar, inkitaya ugrayan Rumeli ve Balkanlarin fethine yöneldi.
Bu sirada Balkanlar karsiklik içindeydi. Bir taraftan Sirp Hükümdari
Düsan'in ölümü ile Sirplar arasinda iç mücadeleler siddetlenmis, öte
yandan Macar Krali Layos, Balkanlarda Ortadokslara olan baskilari
artirmisti. Evrenos ve Haci Il Bey komutasindaki kuvvetler bu durumdan
da yararlanarak Kesan'dan Dimetoka'ya kadar olan yerleri fazla bir
mukavemet görmeden ele geçirmislerdi. Sazlidere Zaferi ile Edirne ve
Filibe, Lala Sahin Pasa tarafindan fethedildi (1363/4). Bu savaslarda
Bulgarlarin yaninda yer alan Bizans baris yapmak zorunda kaldi. Türk
ilerleyisini durdurmak isteyen Macar, Bulgar,Sirp ve Ulahlardan
mütesekkil bir Haçli ordusu Macar Krali Layos'un liderliginde Edirne
üzerine yürüdü. Ancak Meriç sahilindeki Sirp Sindigi denilen mevkiide,
kalabalik Haçli ordusunu hazirliksiz yakalayan 10 bin kisilik kuvvetiyle
Haci Il Bey, büyük bir bozguna ugratti (1364). Sirp Sindigi zaferiyle
Osmanlilar, Balkanlardaki fetihlerine hiz verdiler ve bunu
kolaylastiracagi için Osmanli baskenti Bursa'dan Edirne'ye nakledildi.
Fetihler karsisinda çaresiz kalan Bulgarlar Türk himayesini kabul etmek
zorunda kaldilar (1369). Çirmen Zaferi ile (1372) Bati Trakya ve
Makedonya'nin bir kismi Osmanli hâkimiyetine girdi ve Selanik ile
Köstendil'in de ele geçirilmesinin ardindan Sirp Krali Lazar, vergi
verip, gerektiginde asker göndermek sartiyla Osmanlilarla baris
anlasmasi imzaladi(1374). Yaklasik on yil süren mücadelede, Rumeli ve
Balkanlarda fethedilen bölgelere Anadolu'dan mütemadiyen Türk nüfus
kaydirilarak bölgede demografik dengeler Osmanlilar lehine
degistirilmeye baslanmisti. Bu tarihten sonra bir müddet Balkanlardaki
fetihlere ara verilmis ve Anadolu'da Türk birligini saglamlastirmaya
yönelik düzenlemelere geçilmistir. Bu maksatla I. Murat, oglu Bâyezid'i
Germiyan beyinin kizi ile evlendirmis; Tavsanli, Emet ve Simav gelinin
çeyizi olarak Osmanlilara verilmistir. Ayni sekilde Aksehir, Yalvaç,
Beysehri gibi bazi sehir ve kasabalar Hamidogullari'ndan para karsiligi
satin alinmis, Candarogullar da Osmanli hâkimiyetine girmisti. Artik
Osmanlilarin karsisinda tek bir güç kalmisti; Karamanogullari.

Alaaddin Ali Bey, Osmanlilarin yeniden Balkanlara yönelmesini de firsat
bilerek, harekete geçmis ancak I. Murat Konya önlerinde
Karamanogullarini yendiginde Karaman beyi af dilemek zorunda
kalmistir(1387)

Murat Hüdavendigar'in yeniden Rumeli'ye yönelmesiyle birlikte Nis ve
Sofya da dahil olmak üzere bütün Bulgaristan fethedildi.(1385/88).
Timurtas Pasa'nin Sirp kuvvetleri tarafindan baskina ugratilip,
yenilmesi üzerine cesaretlenen Bulgar, Leh, Çek ve Macar krallari da
Sirplarin yaninda yer aldilar. Fakat Çandarli Ali Pasa, Bulgar Krali
Sisman'i esir alarak Bulgarlari bu ittifakin disina atti. Buna ragmen
Haçli ordusu ilerleyisini sürdürünce, I. Murat ordusunun basina geçerek
düsmani Kosova'da karsiladi. I.Murat'in ogullari Bâyezid ve Yakup'un da
yer aldigi Osmanli birlikleri büyük bir zafer kazandi. Sirp Krali Lazar
ve oglu esir edilmis, düsman kuvvetlerinin büyük bir kismi imha olmustu.
(20 haziran 1389). Fakat I.Murat savas meydanini gezerken bir Sirp
tarafindan hançerlenerek sehit düstü. Bunun üzerine Sirp krali da
Osmanli askerleri tarafindan öldürüldü. Osmanlilar için Balkanlarda
tutunabilmek yolunda ölüm kalim savasi olarak görülen I.Kosova Zaferi
Sirplar tarafindan asla unutulmamistir. Günümüzde dahi masum Müslüman
halka yönelik vahsetin arkasinda bu maglûbiyetin ezikligi ve intikam
hissi yatmaktadir.

Anadolu'da Türk Birligi'nin Saglanmasi; I. Murat'in sehit edilmesinin
ardindan oglu Bâyezid, devlet adamlarinin ittifakiyla hükümdar ilân
edildi. Babasinin ölümünü firsat bilen Anadolu'daki beyliklerin
Osmanlilar'a biraktigi topraklari yeniden ele geçirmek maksadiyla
harekete geçtiklerini haber alan Bâyezid, süratle Anadolu'ya döndü. 1390
yilinda Germiyan, Aydin, Mentese ve Saruhan beylikleri ortadan
kaldirildi. Ertesi yil Hamidogullari Beyligi topraklari ele geçirildi ve
bu beyliklerin yer aldigi topraklarda Anadolu beylerbeyligi adiyla
idarî bir ünite olusturuldu. Ardindan Osmanlilarin en önemli rakip
olarak gördügü Karaman Beyligine yönelen Yildirim Bâyezid, Konya'yi
kusatti. Alaaddin Ali Bey'in baris talebi, Beysehir ve çevresinin
Osmanlilara birakilmasiyla kabul edildi.(1391). Fakat Yildirim
Bâyezid'in Mora ile ilgilenmesini firsat bilerek Ankara Sancak Beyi Sari
Timurtas Pasa'yi esir almasi üzerine, Yildirim Bâyezid, Alaaddin Bey'e
kesin bir darbe vurmaya karar verdi. Anadolu'ya geçen Yildirim, üç gün
süren savasin ardindan ele geçirilen Alaaddin Bey'i ortadan kaldirdi ve
topraklari Osmanlilara ülkesine dahil edildi(1397). Karamanoglu
tehlikesinin bertaraf edilmesiyle, Anadolu'da Osmanlilara direnebilecek
en güçlü devlet olarak Kadi Burhaneddin devleti kalmis idi. Daha 1392
yilinda, Kadi Burhaneddin'in müttefiki durumundaki Candaroglu Süleyman
anî bir baskinla öldürülüp beyligin Kastamonu subesi ortadan
kaldirilmisti (1392). Ardindan, ertesi yil Amasya ve Merzifon civari
Osmanli hâkimiyetine alinmisti. Kadi Burhaneddin'in 1398'de Kara Yülük
tarafindan öldürülmesi üzerine, ona bagli Sivas, Tokat, Kayseri, Malatya
gibi sehirler birer birer ele geçirildi. Böylece Firat'in batisinda
kalan Anadolu topraklari Osmanli sancagi altinda birlestirilmis
oluyordu.

Yildirim Bâyezid'in Istanbul Kusatmasi ve Balkanlardaki Fetihleri.
Yildirim Bâyezid'in Karaman seferine anlasma geregi katilan Bizans
Imparatoru V.Yuannis'in oglu Manuel'in, babasinin ölümü üzerine
anlasmayi çigneyerek Istanbul'a kaçmasi sebebiyle Yildirim, Istanbul'u
kusatmaya karar verdi. 1391'de baslayan ilk muhasara 1396 yilina kadar
sürdürüldü. Bu maksatla Istanbul Bogazi'nda Anadolu Hisari insa edildi.
Sehre dis yardimlarin gelmesini önlemeyi ve iase zorlugu altinda
savunmayi kirmayi hedefleyen bu muhasara Timur'un Anadolu'ya ulasmasina
kadar fasilalarla devam ettirilmistir. Bu kusatma sürerken bir yandan da
Yildirim, Bulgaristan, Arnavutluk ve Bosna taraflarinda fetih
hareketlerine devam etmekteydi. Kusatma altindaki Bizans'in da talebi
ile Türklere karsi yeni bir Haçli ittifaki olusturan Macar Krali
Sigismund, Ingiltere dahil bütün Avrupa devletlerinden topladigi 120 bin
kisilik bir orduyla harekete geçti. Yildirim Bâyezid düsmani sasirtan
bir hizla Nigbolu Ovasi'nda düsmani karsiladi. 50-60 bin kisilik Osmanli
ordusu, sayica çok üstün olan Haçli ordusunu büyük bir bozguna ugratti.
Savas meydanindan kurtulabilenler, kaçarken Tuna'da boguldular.(1396)
Haçlilardan geriye sadece muazzam bir ganimet kalmisti. Bu ganimetle,
Edirne ve Bursa'da pek çok cami, medrese ve imaret insa edilmistir.
Zaferin ardindan, Eflâk, Bosna, Macaristan ve Mora üzerine seferler
düzenlendi. Itibari bu zaferle bir kat daha artan Yildirim, Nigbolu
dönüsünde Anadolu birligini kurmaya yönelik nihaî adimlari atmaya
baslayacaktir.

Ankara Savasi ve Fetret Devri: Yildirim Bâyezid, Firat boylarina kadar
topraklarini genislettigi sirada, Timur da Iran, Azerbaycan ve Irak'i
ele geçirmisti. Bazi Anadolu beyleri Timur'a siginirken, ülkeleri istilâ
edilen Celayirli Ahmet ve Karakoyunlu Kara Yusuf da Yildirim Bâyezid'in
yanina kaçmisti. Böylece her iki devlet biribirine sinir komsusu olmus,
ancak bu durum iki hükümdarin da Türk dünyasinin liderligine oynamalari
sebebiyle olumsuz neticeler dogurmustur. Timur, Osmanlilara siginan
Celayirli Ahmet ve Kara Yusuf'un iade edilmemesini bahane edip Sivas'i
kusatmis ve kendisine teslim edilmesine ragmen sehiri tahrip
etmisti(1400). Bu olaydan sonra da her iki hükümdar arasinda
mektuplasmalar devam etti. Fakat Timur'un, Anadolu beyliklerine
topraklarinin geri verilmesi ve bazi sehirlerin kendine birakilmasi gibi
talepleri Yildirim tarafindan reddedildi. Dolayisiyla iki fatih için
savas artik kaçinilmaz hâle gelmisti. 160 binlik Timur'un ordusunu, 70
bin kisiyle Çubuk Ovasi'nda karsilayan Yildirim Bâyezid, savasin
baslarinda üstünlügü ele geçirdi. Ancak Timur'un safinda eski beylerini
gören bazi askerlerin saf degistirmesi ve Kara Tatarlarin Osmanli
ordusunun arkasini çevirmesi savasin talihini degistirdi. Bir avuç
askerle direnmeye çalisan Yildirim Bâyezid sonunda esir edildi (26
Temmuz 1402). Ankara Savasi'ni kazanan Timur, Anadolu beyliklerini
tekrar ihya etti ve böylece Anadolu Türk birligi parçalandi.
Balkanlardaki Türk ilerleyisi durdugu gibi bir kisim topraklar da elden
çikti. Yildirim'in ogullari arasindaki taht mücadeleleri Osmanli
devletinin "Fetret Devri" boyunca 12 yil müddetle devam etti. Sayet bu
savas gerçeklesmemis olsaydi, hiçbir direnme gücü kalmayan Istanbul
büyük bir ihtimalle Yildirim Bâyezid zamaninda Türklerin eline
geçecekti. Dolayisiyla Ankara Savasi Osmanlilari en az 50 yil geriye
***ürmüstür.Esir düsen Yildirim Bâyezid, yedi ay boyunca Timur'un
yaninda sehir sehir dolastirildiktan sonra üzüntüsünden ecele yenik
düstü. Osmanli sehzadeleri tahtin sahibi olabilmek için kiyasiya
birbirleriyle mücadele etmeye basladilar. Bu mücadele Çelebi Mehmet'in
tek basina devlet idaresine hâkim olusuna kadar devam etti (1413).
Çelebi Mehmet kardesleri Süleyman, Isa ve Musa Çelebi'yi bertaraf
ettikten sonra Anadolu Türk birligini yeniden tesis etmek için çaba sarf
etti. Güçlenen Karamaogullarinin nüfuzunu kirdi, Karamanoglu Mehmet
Bey'in eline geçen Osmanli topraklarini geri aldi. Candarogullari
beyliginden Çankiri'yi ve ardindan Canik (Samsun) bölgesini yeniden
Osmanli ülkesine katti. Fakat Sehzade Mustafa ve Simavna Kadisi oglu
Seyh Bedreddin'in isyanlari ülkeyi karistirmaktaydi.(1419) Sehzade Murat
Rumeli ve Manisa'da ortaya çikan bu isyani bastirdi, Seyh Bedreddin ve
adamlari yakalanarak idam edildi. Timur'un beraberinde ***ürdügü Mustafa
Çelebi de Anadolu'ya döndügünde tahtta hak iddia etmisti. Sehzade
Mustafa'nin Selânik'te baslattigi isyan bastirildi. Asi sehzade Bizans'a
siginmak zorunda kaldi. Çelebi Mehmet öldügü zaman Osmanli ülkesinde
sükûnet büyük oranda tesis edilmeye baslanmisti (1421).

Babasinin en büyük yardimcisi olan sehzade Murat tahta çiktigi zaman
Bizans tarafindan karsisina çikarilan amcasi Mustafa Çelebi'nin isyanini
bir kez daha bastirdi ve Bizans'i cezalandirmak için Istanbul'u
kusatti(1422). Bu defa küçük kardesi Sehzade Mustafa'nin isyan haberini
alan II.Murat, kusatmayi kaldirarak kardesini cezalandirmak zorunda
kaldi. Isyancilarin yaninda yer alan Anadolu beyliklerine karsi harekete
geçen II.Murat, Candaroglu Isfendiyar Bey'i itaat altina aldi. Izmir
Beyi Cüneyd'i ortadan kaldirip, Izmir, Aydin ve Mentese civarini ele
geçirdi. Germiyanoglu Yakub Bey'in çocugu olmadigindan, topraklarini
Osmanlilara birakmayi vasiyet etmisti. Onun ölümüyle Germiyan ili de
Osmanlilara katilmis oldu(1428). Balkanlarda da durum Osmanlilar lehine
düzelmeye basladi. Nitekim Fetret devri sirasinda elden çikan topraklar
geri alindigi gibi, 1440'a kadar Belgrat hariç bütün Sirp topraklari
Osmanli hâkimiyetine girmisti. Fakat Erdel ve Eflâk'ta üst üste gelen
bazi küçük bozgunlar Avrupa'da büyük bir sevinçle karsilanarak,
Osmanlilara karsi yeni bir Haçli seferinin tertip edilmesine cesaret
vermisti. II. Murat, Balkanlardaki Osmanli varligini tehlikeye atmamak
için Macarlarla Segedin Antlasmasini imzaladi (1444) ve bu anlasmadan
sonra tahttan feragat etti. Küçük yastaki oglu II. Mehmet'in hükümdar
olmasini firsat bilen Macarlar anlasmayi bozdu ve yeni bir Haçli
ittifaki olusturuldu. II. Murat yeniden ordunun basina geçerek düsmani
Varna Savasi'nda karsiladi. Macar krali öldürüldü. Haçlilarin lideri
durumundaki Jan Hünyad güçlükle kaçabildi(1444). Çandarli Halil Pasa'nin
israriyla ikinci kez tahta çikan II. Murat, Mora ve Arnavutluk'a sefer
düzenledi. Varna'nin intikamini almak isteyen Jan Hünyad yeniden
harekete geçti. Fakat II. Kosova Muharebesi'nde bir kez daha Sirplar
büyük bir yenilgiye ugratildi (1448). Varna ve Kosova savaslariyla
Osmanlilar Balkanlardaki durumunu iyice güçlendirmis, Bizans'in batidan
yardim alma umutlari ise tamamen ortadan kaldirilmistir. II. Murat 48
yasinda ölünce II. Mehmet yeniden Osmanli tahtinin sahibi olmus (1451)
ve Osmanli Devleti artik bu dönemde tam bir cihan devleti hâline
gelmistir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://turkyildizlari.forummum.com
Mareşal
Forum Kurucusu
Forum Kurucusu
Mareşal


Mesaj Sayısı : 293
Kayıt tarihi : 21/03/10
Nerden : Türkiye

Osmanlı Devleti Hakkında Herşey. Empty
MesajKonu: Geri: Osmanlı Devleti Hakkında Herşey.   Osmanlı Devleti Hakkında Herşey. I_icon_minitimePtsi Nis. 05, 2010 7:10 pm


Yükseliş Dönemi

Istanbul'un Fethi: II. Mehmet, babasinin ölümü üzerine ikinci kez
Osmanli tahtina oturdugunda, devletin ortasinda bir ser adacigi hâlinde
kalmis köhne Bizans'i ortadan kaldirmayi öncelikle hedef olarak
belirlemisti. Böylelikle Osmanli devleti tam bir cihan devleti haline
gelebilecekti. Hedefini gerçeklestirmek için ilkin Sirbistan ve Eflâk
ile anlasma imzalayan Fatih, Karamanoglu tehlikesini de geçici de olsa
bertaraf etti. Bizans'a ulasabilecek muhtemel yardimi önlemek için
Bogaz'in Avrupa yakasina Rumeli Hisar'ini yaptirarak kusatma
hazirliklarini tamamladi. Nihayet kusatilan Istanbul'a karsi 6 Nisan
1453'te kara ve denizden saldiri baslatildi. II. Mehmet, Edirne'de
döktürdügü çaginin en güçlü toplariyla Istanbul surlarini karadan
sarsarken 18 Nisan'da donanma bütün Istanbul adalarini ele geçiriyordu.
Fakat, Haliç'in zincirle kapatilmasi sebebiyle kara ve deniz birlikleri
müsterek bir harekâta geçemiyor ve bu durum da kusatmanin basarisina
gölge düsürüyordu. Nihayet 22 Nisan'da Osmanli donanmasinin karadan
Haliç'e indirilmesi gibi müthis bir plânin gerçeklestirilmesi,
kusatmanin seyrini degistirmeye baslamisti. Seksen parçalik donanmayi
bir anda karsilarinda gören Bizans'in direnme gücü artik kirilmisti. 29
Mayis 1453'teki nihaî harekâtla Istanbul fethedildiginde, II. Mehmet,
Peygamberimizin müjdesine mazhar oluyor ve "feth-i mübin" ile "Fatih"lik
serefini elde ediyordu.Bizans'in ortadan kaldirilmasi hem Türk tarihi
hem de dünya tarihi açisindan büyük bir öneme sahiptir. Bu fetihle
Osmanli Devleti, artik tam bir cihan devleti hâline gelmis, Islâm
dünyasi ve Avrupa içinde büyük bir prestij ve güç kazanmistir. Avrupa
için bu fetih çag açip, çag kapayan bir fetihtir. Katolik Avrupa'nin,
Ortadoks dünyasiyla bütünlesme çabalari, Istanbul'un fethiyle önlenmis,
aksine Balkanlari da tamamen ele geçirmek suretiyle Fatih, kisa zamanda
Ortadokslari himayesi altina almistir. Nitekim Papa V.Nikola'nin
Türklere karsi harekete geçilmesi fikri pek taraftar bulamamis, aksine,
Ege adalarindaki halk, Balkanlardaki bazi despotluklar ve prensler
Fatih'i Istanbul'un fethinden dolayi kutlayan mektuplar yazmislardir.
Papa'nin istegine sadece Almanya, Napoli ve Venedik olumlu cevap vermis
fakat onlar da kendilerinden ziyade Sirp, Macar ve Arnavutlari
kiskirtarak sonuç almaya çalismislardir.

Fatih'in Bati Politikalar: Sirbistan Seferleri; Istanbul'un fethinden
sonra Osmanlilara bagliligini bildiren ve ele geçirdigi bazi kaleleri
geri veren Sirplar Macarlar ile is birligi yaparak yeniden
düsmanliklarini göstermeye baslamislardi. Bunun üzerine 1454-1457
arasinda üç kez pespese Sirbistan'a sefer düzenlendi. Belgrat disindaki
bütün Sirp topraklari ele geçirildi. Sirp Krali Bronkoviç'in ölümüyle
baslayan taht mücadelelerinden faydalanan Osmanlilar, Sirplari vergiye
bagladilar. Taht kavgalarinin yeniden alevlenmesi üzerine, Mora
seferinde bulunan Fatih, Sirp meselesine son verilmesini emretti. Mahmut
Pasa, 1459'da baskentleri Semendire'yi ele geçirilerek Semendire
Sancakbeyligini olusturdu. Böylece Sirbistan'da 350 yil sürecek Osmanli
hâkimiyeti baslamis oluyordu.

Arnavutluk Seferleri; Papalik ve Napoli kralliginin destegi ve
kiskirtmasiyla harekete geçen Arnavutluk hâkimi Iskender Bey, vurkaç
taktigi ile Osmanli kuvvetlerine baskinlar düzenlemekteydi. Bunun
üzerine Fatih, bizzat sefere çikmaya karar verdi. 1465 yilinda
gerçeklesen I.seferde, Ilbasan Kalesi'ni yaptirip, içine asker
yerlestiren Fatih, Balaban Pasa'yi bölge için görevlendirerek, geri
döndü. Ancak, Papa ve diger devletlerden aldigi kuvvetlerle Türklere
saldiran Iskender Bey, Balaban Pasa'yi sehit etti ve Ilbasan kalesi'ni
kusatti. Bunun üzerine Fatih II. Arnavutluk Seferi'ne çikti (1467). Ele
geçirilen topraklarda yeni garnizonlar olusturuldu. Bu sirada Iskender
Bey ölmüs ve yerine oglu Jean geçmisti. Arnavutlukta baslayan kargasa
sebebiyle Fatih 3. kez Arnavutluk seferini baslatti. Arnavutlarin elinde
kalmis olan Kroya ve Iskodra kusatildi. Nihayet 1479'da Arnavutluk da
bir Osmanli vilayeti haline gelmis oluyordu.

Mora Seferleri; Istanbul'un fethinden sonra Bizans Imparatoru XII.
Konstantin'in ogullari, rakipleri Kantakuzen ailesine karsi Mora'da,
Osmanlilarin yardimini istemislerdi. Turahanoglu Ömer Bey, akincilari
ile duruma müdahale etti ve muhalifler bertaraf edildi. Fakat bu sefer
iki kardes arasinda mücadele baslamisti. Bölge ülkelerinin Mora'yi
istilâ niyetlerini bilen Fatih 1458'de harekete geçti. Korent'i ele
geçiren Fatih, Mora'nin bir kismini merkeze bagla*****, burada bir
sancak olusturdu. Atina ve diger bölgeler ise Osmanli yönetimini kabul
etti. Kardesi Dimitrios'a karsi Arnavutlarin destegini alan Tomas'in
Osmanlilarla yapilan anlasmayi bozmasi üzerine 2.kez Mora'ya sefer
düzenlendi. Tomas, Papa'nin yanina kaçmak zorunda kaldi. Bölgeye çok
sayida Türk yerlestirildi. Venedikliler bölge halkini Osmanlilara karsi
ayaklandirmaya çalisiyorlardi. Ancak bunda basari kazanamayan Venedik,
Osmanli kuvvetleri tarafindan bozguna ugratildi (1465).

Eflâk ve Bogdan Seferleri; Yildirim zamaninda vergiye baglanan Eflâk
Prensligi'nin basina Fatih tarafindan Vlad (Kazikli Voyvoda)
getirilmisti(1456). Osmanlilara bagli görünen Vlad aslinda gizliden
gizliye düsmanlik ediyordu Vlad'in Fatih'in elçilerini kaziga oturtarak
öldürmesi üzerine 1462 yilinda Fatih, Eflâk'a bir sefer düzenledi.
Bogdan'dan da yardim alan Osmanli kuvvetleri voyvodayi uzun süre takip
etti. Neticede, sigindigi Macarlarin, Osmanlilarla yaptigi anlasma
üzerine Vlad'i esir etmeleri ile mesele çözüldü. Fatih voyvodaliga
Radul'u getirdi ve Eflâk bir Osmanli eyaleti hâline geldi. 1455'ten
itibaren Osmanli Hâkimiyetini taniyan Bogdan Prensligi'nin Kefe'nin
fethinden sonra izledigi düsmanca siyaset üzerine Osmanli kuvvetleri
1476'da Bogdan'a girdi. Fatih'in bizzat basinda oldugu Osmanli
kuvvetleri Bogdan ordusunu büyük bir bozguna ugratti. Böylece Bogdan da
yeniden Osmanli hâkimiyetini tanimis oluyordu.

Bosna-Hersek Seferleri; Osmanlilara vergi yoluyla bagli olan Bosna
Kralinin, anlasmalara riayet etmemesi üzerine Üsküp'ten harekete geçen
Fatih, Sadrazam Mahmut Pasa ve Turahanoglu Ömer Bey'e Bosna'nin tamamen
fethedilmesi emrini vermisti. 1463 yilindaki seferle Bosna Krali Osmanli
hâkimiyetini yeniden tanidi. Ancak seyhülislamin da fetvasiyla sonra
öldürüldü ve bu topraklarda Bosna Sancakbeyligi olusturuldu. Fakat
ordunun Istanbul'a dönmesi üzerine ayni yil, Macar krali Bosna'ya girdi.
Ikinci kez düzenlenen seferle Osmanlilar, Yayçe disindaki bütün kale ve
sehirleri yeniden ele geçirdiler. Bosna seferleri esnasinda Hersek
Krali Stefan da ülkesinin bir kisim topraginin Osmanlilara dogrudan
baglanmasi sartiyla tahtinda birakilmisti. Ancak 1483 yilinda Hersek
tamamen Osmanli topragi hâline gelecektir.Fatih, Bosna'yi Osmanli
topraklarina kattigi zaman "Bogomil" mezhebindeki Bosnalilara çok iyi
davranmisti. Hem Katolik hem de Ortadokslarin kendi kiliselerine almak
için baski yaptiklari Bogomiller bu sebeple Osmanli yönetimine sicak
bakmislar ve kendilerine saglanan din ve vicdan hürriyetinden
etkilenerek zamanla Müslüman olmuslardi. Iste bu Müslüman Bosnalilara
"Bosnak" denilmektedir.

Fatih devrinde Osmanlilarin karada en güçlü komsusu ve rakibi Macarlar,
denizde ise Venedik idi. Macarlar bu dönemde tek baslarina Osmanlilarla
bas edemeyeceklerini bildiginden, dogrudan bir savasi göze alamamis,
Fatih de tabiî sinir olan Tuna'yi geçmeyi düsünmemistir. Ancak akincilar
vasitasiyla, Macaristan'a güvenligin saglanmasina yönelik yüzlerce
basarili akin düzenlenmistir. Keza Venedik Cumhuriyeti de Osmanlilarla
dogrudan karsilasmaktansa Balkanlardaki diger devletleri kiskirtmayi yeg
tutmustur. Güçlü donmasiyla Mora ve Ege'deki adalara sahip olmak
isteyen Venedik, Osmanlilar karsisinda istedigi sonucu alamamis, aksine
pek çok ada ve kiyi kaleleri Osmanlilarin eline geçmistir.

Ege Adalarinin Fethi; Istanbul'u ele geçiren Fatih, Bizans'a ait bütün
topraklari hâkimiyeti altinda birlestirmek istiyordu. Böylece Bizans'in
yeniden dirilmesini önleyecegi gibi, iktisadî ve siyasî açidan da nüfuz
alanini genisletebilecekti. Öncelikle Anadolu kiyisina yakin adalari
hedef alan Fatih, Bizans, Venedik ve Cenevizlilerin elindeki bu
adalardan Anadolu'ya yapilan korsan akinlarinin önünü kesmis olacakti.
Ikinci olarak Orta ve Dogu Akdenizdeki adalar hedef alinmisti ki, bu
adalar Fatih'in Italya'ya yani eski Roma'ya geçisini kolaylastiracakti.(
Nitekim Gedik Ahmet Pasa komutasindaki bir Osmanli donanmasi Napoli
Kralliginin elindeki Otranto'yu fethetmis ve buradan Güney Italya'ya
akinlar düzenlenmistir.(1480) Fakat Fatih'in ölümünden sonra basa geçen
II. Bâyezid, Gedik Ahmet Pasa'yi geri çagirinca, sehir savunmasiz kalmis
ve Italyanlar kaleyi tekrar ele geçirmislerdir).1456 yilinda öncelikle
Çanakkale Bogazi'na hâkim olan adalardan Gökçeada (Imroz), Tasoz Enez ve
Semendirek adalari ele geçirildi. Ayni tarihlerde Limni ve Midilli
halki Türk yönetimine girmek için Osmanlilara basvurmustu. Önce Limni,
ardindan, uzun süren kusatmayi müteakip Midilli (1467) ele geçirildi.
Venedikliler 264 yildir ellerinde tuttuklari Agriboz Adasi'ndan Mora ve
Ege adalarindaki Türk birliklerine karsi saldirilarini
yogunlastirmaktaydilar. Bunu önlemek maksadiyla Agriboz'un fethine karar
veren Osmanlilar neticede 17 gün süren kusatmadan sonra amaçlarina
ulastilar. Epir despotunun elindeki Zanta, Kefalonya ve Ayamavra gibi
adalar da Fatih'in saltanatinin son zamanlarinda Osmanli topraklarina
dahil edilmistir. Ancak St. Jean sovalyelerinin elindeki Rodos'a karsi
girisilen birkaç muhasara neticesiz kalmistir.

Fatih'in Dogu Politikasi: Karadeniz Politikasi; Osmanlilar, Anadolu'nun
büyük bir kismini hâkimiyetleri altina almalarina ragmen kuzeyde,
Karadeniz kiyisindaki bazi yerler Trabzon Rumlari, Cenevizliler ve
Candarogullarinin elinde bulunuyordu. Anadolu Türk birliginin saglanmasi
ve ticaret güvenligi açisindan bu bölgelerin ele geçirilmesi sartti.
Iste bu sebeplerle, Fatih karadan ve denizden kuvvetlerini harekete
geçirdi. 1461 yilinda Cenevizlilerin elindeki önemli bir üs olan Amasra
teslim olmak zorunda kaldi. Seferin kendisine karsi yapildigini sanan
Candaroglu Ismail Bey, Kastamonu'yu terk ederek Sinop'a çekildi.
Bursa'ya dönerek birliklerini takviye eden Fatih, Trabzon seferine
çikarken, Sinop da dahil Candarogullarinin topraklarini savasmaksizin
ele geçirdi. Fatih'in asil amaci 1204 yilinda Lâtinlerin Istanbul'u
isgal etmesi üzerine Bizans hanedanina mensup Komnenlerin ayri bir
devlet olusturduklari Trabzon idi. Osmanlilara vergi vermeyi kabul eden
Trabzon Rumlari bir taraftan Fatih'in rakibi olan Uzun Hasan ile ittifak
içine girmisti. Nihayet Fatih, karadan birliklerini Trabzon'a
gönderirken, bir donanma da Sinop'tan kalkarak bölgeye yöneldi. Bu
sirada Uzun Hasan'in Osmanli ordusunu arkadan çevirebilecegi ihtimaline
karsi Fatih, ordusunu Sivas'in güneyinden Yassiçemen'e çevirdi. Uzun
Hasan'in annesi Sara Hatun'un ricasi üzerine Akkoyunlularla bir anlasma
yapildi. Anlasmaya göre Akkoyunlular, Trabzon Rumlarina yardim etmemeyi
vaat etmislerdir. Anlasmanin akabinde kara ve denizden Trabzon yeniden
kusatildi. Çaresiz kalan Trabzon Hâkimi David Komnen sehri teslim etmeyi
kabul etti (26 Ekim 1461). Böylece 258 yil devam eden Trabzon Rum
Imparatorlugu da tarihe karismis oldu.

Karadeniz'in Anadolu kiyilarini tamamen hâkimiyetine alan Fatih'in
bundan sonraki hedefi, önemli ticaret limanlari olan Ceneviz
kolonilerini ortadan kaldirarak, Karadeniz'i tam bir Türk gölü yapmak
idi.

Gedik Ahmet Pasa komutasindaki donanma 1475 yilinda Kefe, Azak ve Menkup
iskele ve kalelerini ele geçirdi. Böylece Osmanlilar, Altinorda
Hanligi'nin zayiflamasiyla ortaya çikan Kirim Hanligi ile komsu oldu.
Azak Kalesi'nin düsürülmesi sonucunda bazi Cenevizliler ile birlikte
Kirim hanlarindan Mengli Giray Han da esir edilmisti. Mengli Giray
Han'in Istanbul'a getirilmesiyle Kirim Hanligi Osmanli hâkimiyetine
girmis oldu. (1478). Kirim hanlari 350 yil boyunca Osmanlilarin batiya
karsi en güçlü müttefikleri olarak hizmet vermislerdir.Anadolu'da Türk
Birliginin Gerçeklesmesi; Osmanlilarin kurulus devrinden beri en ciddî
rakipleri durumundaki Karamanogullari, Fatih'in politikalarina karsi,
Akkoyunlu ve Memlûklu devletlerinin destegini sagladigi gibi,
Venediklilerle de bir ittifak kurmakta sakinca görmemislerdi. Bu
düsmanca tavir üzerine Fatih 1466 yilinda Karamanogullari üzerine
yürümeye karar verdi. Beylik topraklarinin büyük kismi Osmanlilarin
eline geçmesine ragmen Fatih, Larende ve Silifke yörelerine çekilen
Karamanogullarina karsi mücadeleyi, Otlukbeli Savasi'nin sonrasinda da
sürdürmüstür. Fakat Karaman Beyi Kasim'in ölümünden sonra (1483) beylik
tamamen oradan kalkmis olacaktir. Akkoyunlu Beyi Uzun Hasan, 1467
yilinda Karakoyunlu topraklarina sahip olunca Osmanlilar aleyhine
hâkimiyetini genisletmeye baslamisti. Anadolu birligi yönündeki bu
tehlike üzerine Fatih, 1473'te harekete geçti. Otlukbeli mevkiinde
yapilan savasta Osmanlilar büyük bir zafer kazandilar. Artik
Akkoyunlular Osmanlilar için bir tehlike olmaktan çikmisti.

Fatih bundan sonra Hicaz su yolllarinin onarimi hususunu bahane ederek
Memlûklar'a karsi harekete geçti. Fakat bu dönemde Memlûklarla büyük bir
savasa girilmemistir. Fatih'in 1481'de hazirlik yaptigi ve ölümüyle
yarim kalan seferin ya Rodos'a ya da Misir'a yönelik oldugu söylenir.

Fatih'in ölümü üzerine Osmanli tahtina büyük oglu Bâyezid geçmisti.
Ancak diger oglu sehzade Cem, Rodos sovalyelerinin eline düsmesiyle
sonuçlanan,taht mücadelesine girmisti. Bâyezid'in mütereddit ve
ihtiyatli politikalari sebebiyle, Akkoyunlularin yerini alan Safaviler
güçlenerek Anadolu'da Sahkulu Isyani gibi ayaklanmalari kiskirtmis,
Memlûklara karsi basarisiz seferler düzenlenmistir. Buna ragmen Bâyezid
döneminde Kili ve Akkerman ele geçirilerek Bogdan tamamiyla Osmanli
hâkimiyetine girmis(1484), Venedik ve Haçlilara karsi denizlerde
üstünlük kurulmus, Modon, Koron, Inebahti ve Navarin gibi Mora
kiyilarindaki kale ve limanlar zapt edilmistir(1502).

Barbaros kardeslerin denizlerdeki zaferlerine ragmen özellikle dogudaki
olumsuz gelismeler ve Sahkulu Isyani(1511), devlet islerinden elini
çeken Bâyezid'in sagliginda sehzadeler arasindaki taht mücadelesinin
kizismasina vesile olmustur. Nitekim Sehzade Selim'in mücadeleyi
kazanmasi üzerine 1512 yilinda II. Bâyezid tahttan feragat etmistir.

Yavuz Sultan Selim Devri; Henüz Trabzon'da vali iken Dogu'da Safavilerin
nasil güçlendigini gören ve onlarla basarili bir mücadeleye giren
Selim, tahta çiktiktan sonra, Anadolu'daki mezhep mücadelesine bir son
vermek için Safavilerle dogrudan savasa girmeyi kaçinilmaz görmekteydi.
Nihayet ordusunun basinda Dogu seferine çikan Yavuz Selim, Çaldiran
Ovasi'nda Sah Ismail'in ordusuyla büyük bir meydan muharebesi yapti. Iki
Türk hükümdarinin mücadelesinden Selim üstün çikti (23 Agustos 1514).
Dogu Anadolu topraklari Osmanlilarin eline geçti. Yavuz, Tebriz'e kadar
Sah Ismail'i takip etti. Dulkadirogullari beyligi Osmanli yönetimine
alindi ve sonra ilhak edildi (1515)Babasi döneminde Memlûklara karsi
yapilan seferlerin çogu kez basarisizlikla neticelenmesi, Osmanlilarin
dogu'da ve Islâm dünyasinda üstünlük kurmalari önündeki en büyük engel
idi. Bu sebeple, Safavi tehlikesini bertaraf ettikten sonra Yavuz,
Memlûklara karsi büyük bir ordu hazirladi. Misir Memlûk Sultani Kansu
Gavri, Osmanli ordusunu Halep'in kuzeyinde karsiladi. Ancak Mercidabik
Savasi Osmanlilarin zaferiyle son buldu (24 Agustos 1516). Kansu Gavri
savas sirasinda öldü. Malatya'dan Sina yarimadasina kadar olan topraklar
Osmanlilarin eline geçti. Kisi Sam'da geçiren Yavuz, tekrar Misir'a
yöneldi. Yeni Memlûk Sultani Tomanbay ile Kahire'nin kuzeyindeki
Ridaniye mevkiinde yapilan savasi da Osmanlilar kazandi. (22 Ocak 1517).
Bu savas Memlûk Devleti'nin sonu oldu. Suriye, Filistin, Misir ve Hicaz
Osmanli hâkimiyetine girdi. Hülagû'nun Bagdat'i isgal etmesiyle Memlûk
himayesine giren halifelik müessesesi de böylece Osmanlilara geçmis
oluyordu. Nitekim Mekke serifi sehrin anahtarini Yavuz Sultan Selim'e
sunarak itaatini bildirmisti. Yavuz dönemi Osmanlilarin dogu'da ve Islâm
dünyasi'nda en büyük güç haline geldigi bir dönemdir.


Yavuz Sultan Selim'in sekiz yil süren hâkimiyet devrinden sonra Osmanli
tahtina oglu I.Süleyman geçti (1520). I.Süleyman'in 46 yillik
saltanatinda Osmanli Devleti siyasî, askerî ve iktisadî açilardan
zirveye ulasmistir. Bu sebeple dost düsman ona Kanuni, Muhtesem, Büyük
Türk gibi lâkaplarla hitap etmis ve tarihe de böyle geçmistir.

Avrupa'daki Gelismeler; Kanuni döneminde özellikle Avrupa'da önemli dinî
ve siyasî degisiklikler söz konusudur. Güçlü Macar kralliginin Osmanli
hâkimiyetine girmesinden sonra, Kutsal Roma-Cermen Imparatoru Sarlken en
ciddî rakip hâline gelmis, onun olusturdugu imparatorlugun uzantisi
durumundaki Avusturya Arsidükaligi Osmanlilara sinirdas olmustur. Bu
devlet ile Avrupa'nin en güçlü hanedani olacak olan Habsburglar
Avrupa'yi âdeta parselleyeceklerdir. Bu dönemde güçlenmeye baslayan
Protestanlik, Avrupa'da mezhep çatismalarinin siddetlenmesine sebep
olmustu. Dogu Avrupa'da da Lehistan ve Ortadoks Rusya güçlenmeye
baslamisti. Kanuni, Avrupa'daki siyasî ve dinî çekismelerden
faydalanarak, onlarin birlesmemesine özen göstermis ve bunu bir devlet
politikasi hâline getirmistir. Yine bu dönemde Akdeniz'de ve
Okyanuslarda güçlü bir ticarî ve iktisadî filo olusturan Ispanyol ve
Portekiz donanmalari Venedik'in yerini almis görünüyordu.

Belgrat'in Fethi ve Macaristan Seferi; Fatih'in Sirbistan seferinde ele
geçirilemeyen Belgrat, Avrupa içlerine yapilacak akinlar için bir
siçrama noktasi idi. Bu sebeple Kanuni, Macaristan seferine çiktiginda
ilkin Belgrat'i kusatti ve ele geçirdi(1521). Burayi bir üs olarak
kullanan Osmanlilar artik rahatlikla Avrupa içlerine sefer
yapabilecekti. Nitekim Sarlken'e tutsak olan Fransa Krali Fransuva'yi,
kendisinden yardim talep etmesi üzerine, kurtarmayi amaçlayan Kanuni,
1526 yilinda karsisindaki ittifaki parçalamak amaciyla yeniden
Macaristan üzerine bir sefer düzenledi. 29 Agustos 1526'da Mohaç Meydan
Muharebesi ile Macar ordularini imha eden Kanuni, Budin'i (Budapeste)
ele geçirdi. Macaristan'in bir bölümü ilhak edildi ve kalan kismi Erdel
Kralligi olusturularak Osmanli hâkimiyetine alindi.

Avusturya Seferleri; Macaristan'in ele geçirilmesi üzerine, ölen Macar
krali ile akrabaligini öne süren Avusturya Arsidükü Ferdinand, Macar
topraklarinda hak iddia etmis ve Budin'i isgal etmisti. Bunun üzerine
Kanuni, yeniden Macaristan'a sefer düzenledi. Budin kurtarildi. Ancak
Kanuni'nin asil maksadi Viyana idi. Osmanli ordusu sehri kusatti ise de
ele geçirmeye muvaffak olamadi(1529). I.Viyana Kusatmasi'nin sonuçsuz
kalmasindan cesaretlenen Ferdinand, Budin'i tekrar isgal etti. Kanuni
ünlü "Alman Seferi" ile mukabele ederek isgal edilen yerleri geri aldi.
Ferdinand ile Istanbul'da bir anlasma yapildi. Bu anlasmaya göre
Ferdinand, Macaristan üzerinde hak talep etmeyecek ve Osmanli
hâkimiyetini taniyacak ve elinde bulundurdugu Macaristan'a ait topraklar
için de Osmanlilara vergi verecekti.(1533).

Ferdinand'in Macar kralinin ölümünü firsat bilerek anlasmayi bozmasi
üzerine Kanuni yeniden sefere çikti. 1562'deki bu sefer sonucunda
Macaristan'da Erdel Beylerbeyligi olusturuldu. Avusturyalilar firsat
buldukça Macar topraklarina tecavüz etmisler ve her seferinde de
Osmanlilardan gerekli cevabi almislardir. Nitekim Kanuni'nin son seferi
de Avusturya'ya karsi olmus ve Zigetvar Kalesi kusatilmistir (1566)

Fransa ile Münasebetler ve Ilk Kapitülâsyon; Avrupa birligini saglamak
isteyen Roma-Cermen Imparatoru Sarlken, bu maksatla Fransiz Krali
Fransuva'yi esir etmisti. Kendisinden yardim isteyen kral ile iyi
iliskiler kuran Kanuni böylece Sarlken'e karsi bir müttefik kazanmis
oluyordu. 1535 yilinda iki ülke arasinda ticaret ve dostluk anlasmasi
imzalandi. Anlasma ile her iki ülke serbest ticaret hakki elde edecek ve
bu haklar iki hükümdarin yasadigi sürece geçerli olacakti. Lâkin
kapitülasyon adiyla tarihe geçecek olan bu ticarî imtiyazlar sürekli
hâle getirilmis, sonraki devlet adamlarinin basiretsizligi sebebiyle tek
tarafli islemeye baslamis ve baska devletlere de imtiyazlarin
taninmasiyla Osmanli ekonomisi giderek disa bagimli hâle gelmistir.

Iranla Münasebetler; Sah Ismail'in yerine geçen oglu I.Sah Tahmasp,
babasi gibi, Osmanlilarin düsmani olan Venedik ve Avusturya ile ittifak
kurmakta bir beis görmüyordu.

Osmanli ordusu, Avrupa'ya sefere çiktiginda Safaviler, Dogu Anadolu
topraklarina karsi saldiriya geçiyordu. Bu sebeple, Kanuni, Irakeyn (iki
Irak; Irak-i Acem ve Irak-i Arap) seferi diye bilinen bir sefere çikti
(1534-35). Tebriz ve Bagdat Osmanli topraklarina katildi. Osmanlinin
Avrupa ile ilgilenmesinden yararlanan Safaviler firsat buldukça yeniden
harekete geçtiklerinde, bölgeye 1555 yilina kadar Nahcivan ve Tebriz
üzerine birkaç kez sefer düzenlenmistir. Osmanlilar karsisinda fazla bir
varlik gösteremeyen Sah Tahmasp nihayet baris anlasmasi imzalamayi
kabul etmek zorunda kalmis ve Amasya Antlasmasi (1555) ile Osmanli
üstünlügünü kabul ederek Bagdat, Tebriz ve Dogu Anadolu'nun Osmanli
hâkimiyetinde oldugunu tasdik etmistir.

Deniz Seferleri ve Fetihler; Kanuni devri karada oldugu gibi denizlerde
de büyük bir üstünlügün saglandigi bir devirdir. Fatih'in alamadigi,
St.Jean sövalyelerinin elindeki Rodos ve çevresindeki adaciklar,
basarili bir kusatma sonunda ele geçirilmis(1522), II. Bâyezid
zamanindan beri Akdeniz'de serbestçe faaliyet gösteren Barbaros
kardeslerin devlet hizmetine alinmasiyla deniz ve kiyilarda pek çok yer
Osmanli hâkimiyetine dahil olmustur. Cezayir'i ellerinde bulunduran ve
Osmanlilar adina, 1492 yilinda Ispanya'da soy kirima ugrayan Musevîleri
Istanbul'a gemilerle nakleden Barbaros kardesler hakli bir üne sahip
olmuslardi. 1533 yilinda Cezayir'i Osmanlilara birakarak kaptan-i
deryalik görevini kabul eden Barbaros Hayrettin Pasa (Hizir Reis), 1538
yilinda Andrea Doria komutasindaki Haçli donanmasini Preveze'de büyük
bir bozguna ugratarak, Osmanlilardin Akdeniz'in tek hâkimi oldugunu
bütün dünyaya kabul ettirdi.

Barbaros'un ölümünden sonra yerine geçen Turgut Reis de fetihlere devam
etti.Nitekim St. Jean sövalyelerinin elinde bulunan Trablusgarp onun
tarafindan fethedilmis (1551), Preveze'den sonraki en büyük deniz zaferi
sayilan Cerbe Savasi sonunda Haçli donanmasi bir kez daha hezimeti
tatmistir. Sadece Akdeniz'de degil Kizil Deniz ve Hint Okyanusunda da
Osmanli donanmasi faaliyette bulunmustur. Uzak denizlerde istenilen
sonuçlar elde edilememisse de bu dönemde Yemen ve Arabistan'in güney
kiyilari ile Habesistan ele geçirilmistir.

Kanuni'nin Ölümü ve Sonrasi; Zigetvar Muhasarasi esnasinda hastalanan
Kanuni kalenin fethini göremeden 66 yasinda öldü (1566). Siyasî, askerî
ve iktisadî bakimlardan Osmanliyi zirveye çikaran bu büyük hükümdarin
yerine geçen ne II. Selim (1566-1574) ne de III. Murat (1574-1595) ayni
evsafta kisiler degillerdi. Ancak Kanuni devrinde baslayan fetih
rüzgârlari o derece siddetliydi ki, bu hükümdarlar devrinde de hizini
devam ettirebildi. Süphesiz bu basarilarda sadrazam Sokullu Mehmet
Pasa'nin dirayetli siyasetinin de rolü büyüktür. Anadolu'nun Akdeniz'e
bakan kiyilarinda bir çiban basi gibi duran Venedik'in elindeki Kibris
bu fetih rüzgâriyla kusatildi. Lala Mustafa Pasa komutasindaki Osmanli
donanmasi adayi ele geçirir geçirmez (1571), buraya Anadolu'nun çesitli
sancaklarindan Türkler yerlestirildi. Artik Kibris da Türk olmustu. Bu
durumu hazmedemeyen Venedik, Ispanyol, Malta donanmalari papa ve diger
bazi Avrupa devletlerinin de destegi ile harekete geçerek büyük bir
savas filosu olusturdular. Korent Körfezi yakinlarinda, Inebahti
önlerinde yapilan deniz savasini Osmanlilar kaybetti (1571).

Ancak kendileri de oldukça fazla zaiyat verdiginden, Haçli donanmasi
Osmanli kadirgalarini takip edecek durumda degildi. Sokullu kisa zamanda
donanmayi yenileyerek yeniden Akdeniz'e indirdi. Venedik bu durum
karsisinda yeni bir savasi göze alamadi ve Osmanlilara vergi vermeyi
kabul etti. Kiliç Ali Pasa komutasindaki donanma Tunus'u yeniden Osmanli
topraklarina katti (1574). Bu esnada II.Selim ölmüs ve yerine III.
Murat geçmisti. Bu padisah devrinde, Sah Tahmasp'in ölümüyle çalkanan
Iran'a savas açildi (1576) Gürcistan ve Azerbaycan'in büyük bir kisminin
ele geçirilmesiyle neticelenen ilk seferden sonra savas 15 yil sürdü.
Bu uzun savas ile daha fazla yipranmak istemeyen Osmanli Devleti ile
Iran arasinda 1590'da bir baris anlasmasi yapildi. Yine bu dönemde
baslayan Türk-Macar Savasi I.Ahmet devrine kadar devam etti. Don ve
Volga nehirlerini birlestirmeyi amaçlayan kanal projesi ile Süveys
kanali tesebbüsünün mimari olan Sokullu'nun 1579'daki ölümü ile Osmanli
Devleti büyük bir yara almistir. Özellikle III.Murat'in oglu
III.Mehmet'in (1595-1604), hükümet islerini annesine birakip, bir köseye
çekilmesi Osmanli'yi XVII. yüzyilda daha kötü yillarin bekleyeceginin
âdeta habercisi idi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://turkyildizlari.forummum.com
Mareşal
Forum Kurucusu
Forum Kurucusu
Mareşal


Mesaj Sayısı : 293
Kayıt tarihi : 21/03/10
Nerden : Türkiye

Osmanlı Devleti Hakkında Herşey. Empty
MesajKonu: Geri: Osmanlı Devleti Hakkında Herşey.   Osmanlı Devleti Hakkında Herşey. I_icon_minitimePtsi Nis. 05, 2010 7:12 pm


Duraklama Dönemi

III. Mehmet zamaninda Avusturya'ya karsi devam ettirilen savaslarda
Egri, Kanije ve Haçova zaferleri elde edilmisse de I. Ahmet (1604-1617),
Zitvatorok Antlasmasini imzala***** (1606), Osmanlinin, Avrupa'daki
üstünlügünün sona erdigini bir anlamda kabul ediyordu. Her ne kadar ele
geçen topraklar bu anlasmayla Osmanlida kaliyorsa da, artik iki devletin
"esit" sayildigi hükme baglanmisti. XVI.yüzyil baslarindan itibaren
Avusturya ve Iran'la girilen uzun savaslar, ehliyetsiz idareciler,
liyakatin yerini iltimas ve rüsvetin almasi, buna bagli olarak devletin
askerî ve iktisadî düzeninin temelini olusturan timar sisteminin
bozulmaya baslamasi, devletin güç ve otoritesini, halkin huzur ve
asayisini güvenligini sarsmistir. XVII. yüzyila girilirken bu olumsuz
sartlar, anarsinin artmasina sebep olmustur. Merkez ve tasra
teskilâtinda görülen bozulmalar, pek çok isyanin çikmasini ve
dolayisiyla devlet nizaminin sarsilmasini beraberinde getirmistir. Bu
isyanlari üç grupta toplamak mümkündür; Tasrada çikan Celalî Isyanlari,
Eyalet isyanlari ve Istanbul merkezli kapikulu isyanlari. Celalî
isyanlarinin en önemli sebepleri, yukarida da belirttigimiz gibi,
devletin uzayan savaslara bagli olarak azalan gelirlerini
karsilayabilmek için vergileri artirmasi, timar sistemindeki bozulmalar
ve köylünün artan vergilere karsi huzursuzluklari idi. Halkin devlete
olan güveninin sarsilmasi, isyancilarin gücünü daha da artiriyordu.
Kalenderoglu, Karayazici, Deli Hasan gibi Celâlîlerin isyanlarina,
medrese ögrencisi suhteler ve basibos leventlerin isyanlari da
eklenince, devlet isyanlari bastirmada oldukça zorlandi. Bu isyanlar
yüzünden özellikle Anadolu'da dirlik ve düzenlik kalmadigi gibi,
iktisadî durum da oldukça bozulmustur. Yine bu otorite boslugu nedeniyle
Erzurum ve Sivas gibi yerlerin valileri ile Yemen, Bagdat, Eflâk,
Bogdan gibi bagli eyaletlerin yerli yöneticileri de isyan etmislerdi.

Istanbul'daki yeniçerilerin ulûfelerini zamaninda alamamalarini bahane
ederek çikardiklari isyanlar dogrudan sarayi hedef almistir. Fesat
yuvasi hâline gelen Yeniçeri Ocagi'ni düzenlemek isteyen II. Osman
(1618-1622) yeniçerilerin hismina ugramis, isyancilar sarayi basmistir.
Yeniçeriler, Genç Osman'i tahttan indirerek yerine, III. Mehmet'in
kardesi I.Mustafa'yi getirmisler ve bununla da kalma*****, Genç Osman'i
Yedikule Zindanlarinda katletmislerdir. Bu olay yeniçerilerin bir
padisahi tahttan düsürüp, katletmelerinin ilk örnegi olmasi açisindan
dikkat çekicidir.

Yeniçerilerin basa geçirdigi I.Mustafa'nin bir yil sonra ölmesiyle,
Osmanli tahtina IV. Murat geçer (1623-1640), genç padisah, hâkimiyetinin
ilk on yilinda devlet idaresindeki inisiyatifi valide Kösem Sultan'a
birakmis ve güçlenene kadar fesat çikaranlara karsi tedbirli
davranmistir. Ancak saraydaki huzursuzluk ve Anadolu'da yeniden patlak
veren isyanlarin tehlikeli boyutlara ulasmasi üzerine 1632'de duruma
müdahale eden IV. Murat, kisa zamanda otoriteyi tesis etmistir. Sert
tedbirlerle nifak çikaranlari, seyhülislâm ve kardesleri de dahil,
öldürtmekten çekinmemis, bosalan devlet hazinesini yeniden çeki düzene
koymustur. Toparlanan Osmanli Devleti, Bagdat'i ele geçiren Iran'a savas
açti. IV. Murat, ünlü seferiyle Bagdat'i geri aldi (1638). Iran ile
yapilan Kasr-i Sirin Antlasmasiyla (1639), bugünkü sinirlara yakin olan
Türk-Iran siniri yeniden çizildi.

1640'ta, IV. Murat'in ölmesi üzerine yerine kardesi I. Ibrahim
geçti(1640-1648). Fakat onun sekiz yillik saltanatinda devlet her açidan
kötülemeye baslamisti. Sonunda 1648 yilinda o da öldürüldü ve çocuk
yastaki IV. Mehmet Osmanli tahtina çikarildi (1648-1687). Harem ve
Yeniçeri Ocagi devlet islerine istedikleri gibi müdahale eder
olmuslardi. Bu kötü gidis 1656'da Köprülü
Mehmed Pasa'nin sadrazamlik vazifesine getirilmesine kadar devam
etti.Köprülü Mehmet Pasa
ve onun ailesinden olan diger sadrazamlar XVIII. yüzyil baslarina kadar
Osmanli Devleti'nin idaresinde belirleyici bir rol oynamislardir. Köprülüler Devri olarak bilinen bu
dönemde geçici de olsa bir istikrar saglanmis ve Osmanlilar son
fetihlerini bu devirde gerçeklestirebilmislerdir. Köprülü Mehmet Pasa, içerde sükûneti
sagladigi gibi, Venediklilerin eline geçmis olan Bozcaada ve Limni'yi
geri alip, Çanakkale Bogazi'ni ablukadan kurtardi. Köprülü Mehmet Pasa öldügünde,
padisah yine genis yetkilerle oglu Köprülü Fazil Ahmet Pasa'yi sadarete getirdi(1661).
Erdel islerine karisan Avusturya'ya karsi baslatilan savasta Fazil Ahmet
Pasa, Uyvar'i fethetti. Avusturya yapilan anlasmayla, Erdel ile Uyvar
ve Neograt kalelerinin Osmanli hâkimiyetinde oldugunu kabul etti. Uzun
süredir kusatilan, Venedik'in elindeki Girit, Kandiye Kalesi'nin
düsmesiyle Osmanli hâkimiyetine girdi(1669). Lehistan'a yapilan sefer
sonucunda Podolya da Osmanli topraklarina katildi (1676).

Büyük basarilara imza atan Fazil Ahmet Pasa'nin genç yasta ölmesi
üzerine, IV. Mehmet, Köprülü'nün
damadi Kara Mustafa Pasa'yi sadrazamliga getirdi(1676).

Kara Mustafa Pasa, Çehrin'i ele geçirdi (1678). Bu zaferden sonra,
Ruslar, Dinyeper nehrinin saginda kalan topraklari Osmanlilara birakmak
zorunda kaldiklari ilk anlasmayi Türklerle yapmistir (1681). Zaferlerin
devami getirerek Osmanli'yi yeniden Avrupa'daki en genis sinirlara
ulastirmak isteyen Kara Mustafa Pasa, Orta Macaristan'da, Katolik
Avusturya'ya karsi isyan eden Protestan Macarlari himayesine aldi. Imre
Tököli Osmanlilar tarafindan Orta Macaristan krali olarak tanindi.
Mustafa Pasa, büyük bir orduyla Viyana'ya sefer düzenledi. Kanuni'nin
ele geçiremedigi Avusturya'nin merkezi Viyana'ya karsi baslatilan bu
ikinci sefer boyunca Osmanlilar hiçbir direnmeyle karsilasmadilar.
1683'te kusatma basladiginda, Avusturya imparatoru çoktan sehri
terketmisti. Ancak kusatmanin uzun sürmesi, Lehistan ve Alman
askerlerinin, sehrin imdadina yetismesiyle neticelendi. Iki ates
arasinda sikisan Kara Mustafa Pasa, büyük bir bozguna ugradi. (12 Eylül
1683). Osmanlilar Belgrat'a kadar geri çekilmek zorunda kaldi. Viyana
bozgunu, sadrazamin Belgrat'ta hayatina mal olmustu. Osmanli devletine
karsi Avusturya, Lehistan, Malta, Venedik ve son olarak Ruslarin
katildigi(1696) büyük bir ittifak olusturuldu. Osmanlilar dört cephede
bu ittifaka karsi mücadele verdigi sirada, içte de huzursuzluk
artmaktaydi. IV. Mehmet tahttan indirilmesiyle yerine II. Süleyman
(1687-1691) , II.Ahmet (1691-1695) devirlerinde huzursuzluk devam etti.
Bu dönemde yine bir Köprülüzade
olan Fazil Mustafa Pasa, ordu ve maliyeyi düzene koymaya yönelik
basarili icraatlerde bulunmus ise de ayni aileden Hüseyin ve Nu'man
Pasalar, sadaret makaminda basari saglayamamislardi.

I. Mustafa (1695-1703), Viyana bozgunu ve ardindan gelen toprak
kayiplarini önlemek amaciyla üç kez Avusturya'ya sefer düzenledi, ilk
iki seferde kismen basari saglandiysa da son seferde Osmanli ordusu
Zenta denilen yerde bozguna ugradi. Bunun üzerine Ingiltere'nin araya
girmesiyle Osmanlilar, ittifak güçleriyle Karlofça Antlasmasi'ni
imzalamak zorunda kaldi (26 Ocak 1699). 25 yil için geçerli olacak bu
anlasma sonunda, Avusturya'ya Macaristan'in büyük bir bölümü ve Erdel,
Venediklilere Dalmaçya kiyilari ve Mora, Lehistan'a ise Podolya ve
Ukrayna birakiliyordu. Rusya ile yapilan üç yillik ayri bir anlasma ile
de Azak Kalesi Ruslara terk ediliyor ve onlarin Istanbul'da daimî bir
elçi bulundurmalari kabul ediliyordu. Karlofça Antlasmasi, Osmanlilarin
toprak kaybiyla neticelen simdiye kadar imzaladiklari en agir anlasma
idi.

I.Edirne Vakasi adi verilen bir ayaklanma ile Osmanli tahtina III. Ahmet
geçirildi (1703-1730). Rusya bu dönemde hem Dogu Avrupa hem de
Karadeniz istikametinde topraklarini genisletme gayesini gütmekteydi.
Poltova yenilgisinden sonra Osmanlilara siginan Isveç Krali XII. Sarl,
iki ülke arasinda yeniden bir savasin baslamasi için bir vesile oldu. Bu
savas ile Osmanlilar, Karlofça Antlasmasi, Osmanlilarin toprak kaybiyla
neticelen simdiye kadar imzaladiklari en agir anlasma idi.

I.Edirne Vakasi adi verilen bir ayaklanma ile Osmanli tahtina III. Ahmet
geçirildi (1703-1730). Rusya bu dönemde hem Dogu Avrupa hem de
Karadeniz istikametinde topraklarini genisletme gayesini gütmekteydi.
Poltova yenilgisinden sonra Osmanlilara siginan Isveç Krali XII. Sarl,
iki ülke arasinda yeniden bir savasin baslamasi için bir vesile oldu. Bu
savas ile Osmanlilar, Karlofça'da kaybettikleri topraklari tekrar
kazanma firsatini bulacakti. Nitekim Prut'ta sikistirilan Ruslar (1711),
anlasma yaparak, Azak'i terk etmek zorunda kaldilar. Karadag'da isyan
çikartan Venedik'e karsi açilan savaslarda ise isgal altindaki Mora
kurtarildi. (1715). Bu basarilar üzerine, siranin kendisine geldigini
düsünerek harekete geçen Avusturya, Osmanlilari yenilgiye ugrattilar.

Temesvar ve Belgrat düstü. Osmanlilar Pasarofça Antlasmasini imzala*****
(1718), Temesvar ve Belgrad ile birlikte Küçük Eflâk ve Kuzey
Sirbistan'i Avusturya'ya birakti. Dalmaçya kiyilarindaki bazi kalelerin
Venedik'e terki mukabilinde Mora muhafaza edildi. Osmanlilardin
Balkanlar ve Orta Avrupa seferleri için staratejik bir mevkiide olan
Belgrat'in düsmesi, agir sonuçlar dogurmustur. Avusturya, Belgrat'tan
Balkan içlerine sarkmakta daha basarili olacaktir.

Lâle Devri: Pasarofça Antlasmasi neticesinde ortaya çikan barisi iyi
kullanmak isteyen Osmanlilar, artik Avrupa karsisinda savunma durumunda
kalacagini anladigindan, Balkanlardaki sinir kalelerini tahkim etme,
bölge halkini yaninda tutmak için vergileri azaltma siyaseti uygulamaya
agirlik vermekteydi. Damat Ibrahim Pasa, Osmanlilara üstünlük kurmus
olan Avrupa'yi her yönüyle tanimak için Avrupa baskentlerine elçiler
göndertti. 1718-1730 yillari arasindaki bu dönem, sanatta lâle motifinin
islenmesi sebebiyle "Lâle Devri" adiyla anilmaktadir. Bu dönemde matbaa
açilmasi, çini ve kumas fabrikasi kurulmasi gibi bazi müspet yenilikler
yapilmissa da, III. Ahmet ve saray çevresinin sasali eglenceleri ve
harcamalari huzursuzlugu artirmaktaydi. Damat Ibrahim Pasa'nin, Iran'a
karsi baslatilan savasta (1722) kesin netice alamamasi ve uzayan savas
esnasinda Tebriz'in sadrazamin gizli emriyle Iran'a terk edildigi
haberi, muhalefetin harekete geçmesine yetti.

Patrona Halil Ayaklanmasi'nin patlak vermesiyle bu dönem sona eriyordu.
Damat Ibrahim Pasa ve yakinlariyla Sultan III. Ahmet asiler tarafindan
katledildiler (1730)Bu olayin ardindan III. Ahmet'in yegeni I.Mustafa
hükümdarliga getirildi. (1730-1754). Kafkaslardaki sinir olaylarini
bahane eden Rusya, Kirim Tatarlarina karsi büyük bir saldiri baslatti.
Azak ve Bahçesaray Ruslarin eline geçti (1739). Fransa'nin da tesvikiyle
Osmanlilar, Rusya'ya karsi savas ilân etti. Rusya'nin yaninda savasa
katilan Avusturya da, Eflâk ve Bogdan'a girmisti. Osmanlilar iki cephede
de büyük basarilar kazandilar. Prusya, Fransa ve Isveç'in Osmanlilara
yakinlasmasi, Osmanlilar karsisinda ummadiklari bir yenilgi tadan Rusya
ve Avusturya'yi baris yapmaya zorladi. Bu savas sirasinda tekrar
Osmanlilarin eline geçen Belgrat'ta bir anlasma imzalandi (18 Eylül
1739). Belgrat Anlasmasiyla, Avusturya, Pasarofça barisiyla elde
ettikleri tüm topraklardan geri çekildiler. Ruslar da Azak'i terkederek
bölgedeki kiyi ve deniz ticaretinin Osmanli gemileriyle yapilmasini
kabul etti. Bu anlasma geçici de olsa Osmanlilarin toparlanmasini
saglamistir. Savasta Türklerin tarafini tutan Fransa'yla, Kanuni
döneminde taninan imtiyazlari genisleten ve süre tahdidi koymayan yeni
bir kapitülâsyon antlasmasi imzalanmistir (1740). Damat Ibrahim Pasa
zamaninda baslayan Iran savaslari Lâle Devri'nden sonra da devam
etmekteydi. Ruslar, çöküs dönemine giren Safavilerin elindeki Azerbaycan
ve Dagistan'i isgal etmislerdi.

Sirvan halkinin talebi üzerine Osmanlilar duruma müdahale etmis, iki
ülke arasinda çikabilecek savas Fransa'nin araya girmesiyle önlenmisti.
Rusya'nin kuzeydeki isgaline karsin Osmanlilar da Güney Azerbaycan'i
topraklarina kattilar. Sah Tahmasp 1732'de Osmanlilar ile baris yapti.
Bu durumu kabullenemeyen Afsar Nadir Bey, Sah Tahmasp'i devirerek kendi
hâkimiyetini ilan etti (1736). Osmanlilar bazi topraklari Nadir Han'a
birakmaya razi oldu. Her iki taraf için de yipratici olan bu uzun
savaslar, Kasr-i Sirin antlasmasiyla çizilen sinirlarin aynen kabul
edildigi 1746 anlasmasiyla son bulmustur.

I.Mahmut döneminde, basarili savaslarin yani sira, ordu içinde de yeni
düzenlemelere gidilmistir. Aslen Fransiz olup Osmanli hizmetine girerek
beylerbeyi olan Ahmet Pasa, Humbaraci Ocagi'ni kurarak (1734), bati
savas tekniklerini burada hayata geçirmis idi. I.Mahmut'un üvey kardesi
III.Osman'in (1754-1757) yerine geçen, amcaoglu III. Mustafa (1757-1773)
zamaninda da ordu içerisinde bazi islahatlar devam ettirilmistir.
Nitekim onun döneminde Tophane islah edilerek yeni ve güçlü toplar
dökülmüs, donanma yenilenmistir. Ancak, Rusya ile baslayan harpler bu
yeniliklerin yeterli olmadigini gösterecektir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://turkyildizlari.forummum.com
Mareşal
Forum Kurucusu
Forum Kurucusu
Mareşal


Mesaj Sayısı : 293
Kayıt tarihi : 21/03/10
Nerden : Türkiye

Osmanlı Devleti Hakkında Herşey. Empty
MesajKonu: Geri: Osmanlı Devleti Hakkında Herşey.   Osmanlı Devleti Hakkında Herşey. I_icon_minitimePtsi Nis. 05, 2010 7:14 pm

Gerileme Dönemi

1764 yilinda Rusya, Osmanlilarin toprak bütünlügünü garanti ettigi
Lehistan'i isgal etmis ve kaçan mülteciler Osmanli sinirini geçen Ruslar
tarafindan katledilmistir. Bu olay üzerine Osmanli Devleti Rusya'ya
savas ilân etmistir(1768). Ruslar, Baserabya ve Kirim'i isgal ettikleri
gibi, Ingilizlerin de yardimiyla, Baltik filosonu Akdeniz'e göndererek,
Mora Rumlarini isyana tesvik etmisler ve Çesme'de demirli Osmanli
donanmasini gafil avla*****, gemileri yakmislardir. Bu arada Misir'da da
bir isyan hareketi baslamistir. Ruscuk ve Silistre önlerinde Osmanli
kuvvetlerinin mevzii basarilar kazanmasinin ardindan II. Katerina,
Lehistan isini halletmeyi plânladigindan Osmanlilarla anlasma yapmayi
kabul etmistir. I.Abdulhamit'in (1773-1789) basa geçmesinden sonra
imzalanan Küçük Kaynarca Antlasmasi ile (21 Temmuz 1774) Kirim Hanligi
Osmanlidan kopartilarak sözde bagimsiz bir devlet olmus, Baserabya,
Eflâk, Bogdan Osmanlilarda kalmis, ancak Azak ve Kabartay bölgesi Rus
hâkimiyetine geçmistir. Ruslar bu anlasmayla Ingiltere ve Fransa'ya
taninan kapitülâsyonlari da kazanmis ve her yerde konsolosluk açma
hakkini elde ederek, Osmanlinin iç islerine karisabilecegi bir ortami
kendine hazirlamistir. Nitekim 1783'te Kirim'i isgal ve ilhak eden
Rusya, Karadeniz'e hâkim olarak, sicak denizlere inme politikasini
gerçeklestirme yönünde büyük bir adim atmis, Ortadokslari himaye
bahanesiyle de Balkanlardaki nüfuzunu kuvvetlendirmistir.

Rusya'nin nihaî amaci, Istanbul'u ele geçirerek Bizans'i yeniden
diriltmek idi. Iste bu maksatla, Osmanli Devleti'ni taksim etmek üzere
Avusturya ile gizli bir anlasma yapildi. Bu anlasmayi haber alan Osmanli
Devleti, Prusya ve Ingiltere'nin de tahrikiyle Rusya'ya karsi savas
açti. Halkin infialine neden olan Kirim'i geri almak Osmanlinin en büyük
arzusuydu. Ancak bu savasa Rusya'nin müttefiki olan Avusturya'nin da
katilmasiyla, Osmanlilar iki cephede birden mücadele etmek zorunda
kaldilar(1788). Avusturya'ya karsi iki kez savas kazanildi. Belgrat ve
Banat ele geçirildi. Ancak Rusya'ya karsi dogu cephesinde basari
saglanamadi. Bu tarihlerde Osmanli tahtina III. Selim çikmisti
(1789-1807). III. Selim Isveç ile bir anlasma yaparak Rusya'ya karsi bir
müttefik kazanmisti. Ancak Rusya Bükres ile Küçük Eflâk'i almis,
ardindan da Belgrat ve Bender düsmüstü. 1790'da Avusturya Imparatoru
II.Joseph ölünce iç ayaklanmalar bas göstermis ve Fransiz ihtilalinin
etkileri bu ülkede de hissedilmeye baslanmisti. Bunun üzerine yeni
Imparator II.Leopold, Zistovi anlasmasini imzala***** Osmanlilarla olan
savasi sona erdirdi (1791). Bu anlasma mevcut statükoyu muhafaza eden
maddelerden ibaretti. Rusya ile de, Ispanya'nin araciligiyla Yas Baris
Antlasmasi imzalandi (1792). Rusya'nin savas sirasinda isgal ettigi
yerlerden sadece Özi, anlasmayla verilmis oluyordu. Hem Avusturya hem de
Rusya bu anlasmalarla, Fransa ve Lehistan'daki gelismelere dikkatlerini
verirken, Osmanli Devleti de gerekli islahatlari yapmak için bir
soluklanma zamani bulabilecekti.


Iyi bir egitim görmüs olan III. Selim bu baris döneminden faydalanarak,
devlet içinde, özellikle askerî alanda, islahatlar yapmak istiyordu. Bu
maksatla, Nizâm-i Cedit adi verilen ilk islahat hareketiyle, yeni bir
ordu kurdu(1793). Yeniçeri Ocagi'ni kaldiramayacagini bildiginden,
öncelikle Nizâm-i Cedid denilen bu orduyu batili tarzda düzenleyip,
basarisini kanitlamak gerekliydi. Ancak bundan sonra Yeniçeri Ocagi
lagvedilebilirdi. Fakat kendileri aleyhine ortaya çikan gelismelerden
endise duyan Yeniçeriler, bazi devlet adamlarini da yanlarina çekerek
yeniliklere karsi çiktilar ve isyan ettiler. Üstelik bu arada Napolyon
Bonapart, bir orduyla Misir'i isgale baslamisti (1798). Osmanlilar,
Rusya, Ingiltere ve Sicilya'nin da menfaatlerine dokunan Fransiz
isgaline karsi harekete geçti. Ehramlar savasiyla, Misir'i ele geçirip,
kuzeye yönelen Bonapart, Akka'da Osmanli savunmasini geçemedi (1799).
Kusatmayi kaldiran Napolyon geri dönerken, yerine biraktigi ordu
komutanlari da maglûp edildiler. Neticede Fransizlar Misir'i terk etmek
zorunda kaldi(1801). Fransa'yi barisa zorlayan önemli bir sebeplerden
birisi de, Akdeniz'de Rus ve Türk donanmalarinin is birligi yapmalari,
Ingiltere'nin Fransiz savas ve ticaret gemilerini taciz etmesiydi.
Fransa'nin Akdeniz ve Orta Dogu'daki ticarî menfaatlerinin zedelenmesi
onlari barisa zorlamaktaydi.

1802'de imzalanan anlasmayla Fransa bölgede yine ticaret yapma güvencesi
almis ve kapitülâsyon hakkini elde etmistir. Bu olayi bahane ederek
Akdeniz'e inen Rus donanmasi, Osmanli donanmasiyla birlikte Fransa'nin
elindeki bazi adalari ele geçirmis idi. Fakat halk, ebedî düsman olarak
gördügü Rusya ile is birligi yapilmasina büyük tepki göstermis ve bunun
sonunda III. Selim'e ve islahatlarina karsi cephe genislemisti. Üstelik
Napolyon'un, Orta Dogu'da Araplara yönelik propagandasinin da etkisiyle
bölgede bazi isyanlar çikmisti. Böylece Bulgaristan ve Sirbistan'da
çikan isyanlara bir de Suriye'de ve Hicaz'da çikan isyanlar eklenmis
oluyordu. Vehhabiler ayaklanarak, 1803-1804'te Mekke ve Medine'yi ele
geçirmislerdi. Osmanlilarin tekrar Fransa ile yakinlasmalari, Ingiliz ve
Ruslari harekete geçirmis ve sonunda Rusya Eflak ve Bogdan'i isgal
etmisti. Bu savas sürerken Nizâm-i Cedit'in Rumeli''ye de
kaydirilmasindan memnun olmayan isyancilar Sehzade Mustafa'nin tahrik ve
tesvikiyle birleserek Ikinci Edirne Vak'asi denilen büyük bir ayaklanma
baslatmislardi (1806). Neticede Istanbul'da patlak veren Kabakçi
Mustafa Isyani III. Selim'in sonunu hazirladi. Saraya giren isyancilar
III. Selim'i tahttan indirerek yerine IV. Mustafa'yi tahta geçirdiler
(29 Mayis 1807). Nizâm-i Cedid lagvedildi. Fakat III.Selim'e bagli olan
Ruscuk bayraktari Mustafa, yenilik taraftarlariyla birleserek, karsi
darbede bulundu. Amaci III. Selim'i yeniden tahta çikarmakti. IV.
Mustafa'nin, sabik padisahi öldürttügünün ögrenilmesi üzerine, kardesi
II.Mahmut basa geçirildi (28 Temmuz 1808).

Alemdar Mustafa Pasa sadareti üslenerek, III. Selim'in baslattigi
islahatlari devam ettirmeye çalisti. Nizâm-i Cedit'i, Sekbân-i Cedit adi
ile yeniden canlandirdi. Ancak ulemayi ve yeniçerileri memnun edemeyen
Alemdar Mustafa Pasa, 1809'da çikan bir isyanda öldü.

II.Mahmut ve Islahat Hareketleri; II. Mahmut devri (1808-1839), hem
gerçeklestirilen yenilik hareketleri ile hem de etnik ve siyasî
isyanlariyla Osmanli Devleti'nin yol ayrimina girdigi bir dönemi ifade
eder. II.Mahmut, öncelikle orduyu bastan asagi düzenlemek ile ise
basladi. Yeniliklere karsi çikan Yeniçeri Ocagi bir nizamname ile
ortadan kaldirildi. Vak'a-yi Hayriye olarak adlandirilan bu köklü
degisiklikle (15-16 Haziran 1826), yeni bir ordu olusturuldu. Ancak
yeniçeriler bu düzenlemeye boyun egmeyerek isyan ettiler. Sadrazam'in
sarayini basan yeniçeriler sadrazamin ve islahatçilarin baslarini
istediler. Ancak At Meydani'nda toplanan yeniçeriler dagitildi, ocaklari
bombalandi. Böylece Avrupa tarzinda yeni bir ordunun kurulmasi
yönündeki en büyük engel ortadan kaldirilmis oluyordu. II. Mahmut
hükûmet teskilâtinda da degisikliklere giderek kabine ve nezaret
(bakanlik) usulünü benimsedi. 1836 yilinda Dahiliye ve Hariciye
Nazirliklari kuruldu. Avrupa devletleri ile A.B.D ile ticarî anlasmalar
yapildi. Iktisadî ve adlî sistemde degisikliklere gidildi. Avrupa
tarzinda egitim veren rüstiyeler, Harbiye ve Tibbiye okullarinin
açilmasi vb. gibi egitim alaninda
da islahatlar gerçeklestirildi.

Fakat, kimi seklî, kimi öze yönelik bu yenilikler devletin içinde
bulundugu zorluklari asmasina yetmedigi gibi, Osmanli cografyasindaki
parçalanma II.Mahmut döneminde daha da hissedilir hale geldi.

Sirp ve Yunan Isyanlari; Fransiz Ihtilâli'nin getirdigi milliyetçi
fikirlerle temellendirilen ancak, daha ziyade arkasinda Rusya ve diger
Avrupa devletlerinin tesvik ve tahriki olan etnik ve mahallî isyanlar bu
dönemde alevlendi. III.Selim zamaninda isyan eden Sirplar, 1812 Bükres
Antlasmasi ile bazi imtiyazlar almalarina ragmen, yeniden ayaklandilar.
Yeniçeri Ocaginin kaldirildigi tarihlerde Sirplarla kismî bir anlasmaya
varildi. Ancak 1830'da bir hatt-i serif ile Sirbistan'in Osmanli
hâkimiyetinde bir prenslik olarak varligi kabul edildi. Rusya'nin XIX.
yüzyila girerken Osmanliya karsi sürdürdügü savaslarin altinda
Balkanlari ve özellikle Rumlari Osmanli Devleti'nden koparmak yatiyordu.
Nitekim Odessa'da yeniden örgütlendirilen Etnik-i Eterya adli cemiyetin
baskanligina Yunan Isyani sirasinda Çar I.Alexsandre'in yaveri Prens
Ipsilanti getirilmisti. Yapilan plana göre Yunanistan, Yanya ve Tuna
civarinda isyanlar çikarilacakti. Ipsilanti 1821'de Romanya'ya geçerek
Ortodokslari ayaklandirmaya çalisti fakat basarili olamadi. Çar,
Türklere yenilerek Macaristan'a kaçacak olan Ipsilanti'yi desteklemekten
vazgeçti. Bu sirada Mora'da da Patras baspiskoposu isyan etmisti (25
Mart 1821). 1822'de Yunanlilar bagimsiz olduklarini ilân ettiler,
Mora'da ve adalarda çok sayida Türk'ü katlettiler. Rusya ve Avrupa bu
isyani gayriresmî yollardan desteklemekteydiler.

Girit ve Mora valiliginin kendisine verilmesini II.Mahmut'a kabul
ettiren Mehmet Ali Pasa bu isyani bastirmakla görevlendirildi. 1822'de
Girit'e, 1824-25'te Mora'ya girildi. Bu gelisme karsisinda Rusya, Fransa
ve Ingiltere aralarinda anlasarak (1827), Yunanistan'in özerk bir
prenslik olarak kabul edilmesi hususunda Osmanlilari sikistirmak
istediler. Türkler bu olayi iç islerine müdahale olarak kabul edip,
teklifi reddetti. Bunun üzerine Osmanli ve Misir donanmasi Navarin'de,
bir kaza sonucu(!), yok edildi. Üç ülkeyle iliskiler kesildi ve 1828'de
Rusya, müttefiklerinin destegiyle Osmanli Devleti'ne savas ilân etti.
Rus ordusu doguda Erzurum'u ele geçirdi. Batida ise Edirne isgal edildi.
Padisah, Prusya, Fransa ve Ingiltere elçilerini araya sokarak, Londra
Protokolünü kabul edecegini bildirdi. Böylece Edirne Antlasmasi(1829) ve
ardindan Londra Konferansi (1830) imzalandi. Antlasma ile Prut iki ülke
arasinda sinir oluyor, Eflâk, Bogdan ile Sirbistan'in özerkligi kabul
ediliyordu. Girit'in Osmanlilarda kalmasi sartiyla Yunanistan'in
bagimsizligi da tasdik ediliyordu.


Mehmet Ali Pasa Isyani ve Misir Meselesi; Mora'nin elden çikmasiyla,
oglu Ibrahim'in Mora valisi olma ümidini kaybeden Misir Valisi M.Ali
Pasa, II.Mahmut'tan, yardimlarina karsilik, Suriye'nin idaresini istedi.
Bu istegin reddedilmesi üzerine M.Ali Pasa harekete geçti ve Filistin
ile Suriye'ye girdi (1831). Akka ve Sam, oglu Ibrahim tarafindan ele
geçirildi. Ibrahim Pasa, kisa zamanda Anadolu'ya kadar ilerledi.

Konya yakinlarindaki savasta Osmanli ordusunu yenilgiye ugratti. Her
birinin ayri hesabi oldugu büyük devletler, telâslanarak araya girmek
istediler. Fransa ve Ingiltere'nin anlasamamasi üzerine, Rusya durumdan
faydalandi. Zor durumdaki II.Mahmut, Rus ordusunun ve donanmasinin
Istanbul yakinlarina gelmesine müsaade etti. Rusya'nin kârli çikmasindan
endiselenen Fransa ve Ingiltere, II.Mahmut ile anlasma yapmasi için
M.Ali Pasa'ya baski yaptilar. Neticede Kütahya Antlasmasi imzalandi
(1833). Bu anlasmayla, Mehmet Ali Pasa, Misir ve Girit'ten baska Sam ve
oglu Ibrahim de, Cidde valiligi yani sira Adana'yi uhdelerine
alacaklardi. Rusya, yardimlarina karsilik II.Mahmut ile Hünkar Iskelesi
Antlasmasi diye bilinen bir anlasma yaparak, Istanbul'daki durumunu
kuvvetlendirmeyi basardi (1833). Anlasmaya göre Osmanli Devleti'nin
toprak bütünlügünün garantisi ve gereginde Osmanlinin yardimina
kosulmasi karsiliginda Rusya, Bogazlarin bütün yabanci savas gemilerine
kapatilmasini kabul ettiriyordu. II.Mahmut, Kütahya anlasmasindan memnun
degildi. Bu sebeple M.Ali Pasa'ya karsi yeniden harekete geçti. Fakat
Osmanli ordusu Nizip'te bir kez daha yenildi (1839). Üstelik Kaptan
Pasa, Osmanli donanmasini Misir'a teslim etmisti. Bu arada II. Mahmut
ölmüs ve yerine I.Abdulmecit geçmisti (1839-1861). Misir Meselesi'nin
Çözümü ve Bogazlar Meselesi; Rusya'nin Hünkar Iskelesi Antlasmasina
dayanarak duruma tek basina müdahale etmesini uygun bulmayan Ingiltere
ve Fransa yeniden devreye girdiler. Avusturya ve Prusya'nin da
katilmasiyla Londra'da bir konferans toplandi (1840).

Toplantida Mehmet Ali Pasa'nin veraset yoluyla Misir valiligine sahip
olmasi karsiliginda, Suriye'den ve elinde tuttugu Osmanli donanmasindan
vazgeçmesi istendi. Konferans kararlarini M.Ali Pasa'nin tanimamasi
üzerine Ingiltere Suriye limanlarini donanmasi ile topa tuttu. Nihayet
M.Ali Pasa durumu kabul etti. I.Abdulmecit de iki ferman yayimla*****
onun valiligini onayladi. Ardindan Ingiltere kendileri aleyhine olan
Hünkar Iskelesi Antlasmasi'nin yürürlükten kaldirilmasini öngören
uluslararasi bir konferansa ev sahipligi yapti. Londra Antlasmasi ile
(Temmuz 1841), Istanbul ve Çanakkale bogazlari'nin baris zamaninda savas
gemilerine kapali tutulmasinin kararlastirildigi bir Bogazlar
Sözlesmesi imzalandi. Böylece Ingiltere, Rusya'nin elinden inisiyatifi
almis oluyordu.


Daha önceleri gerçeklestirilmeye çalisilan Islahat Hareketleri, Osmanli
Devleti'nin kendi iradesiyle uygulamaya çalistigi, içte ve distaki
basarisizliklarini önlemeye yönelik yenilikleri ifade etmekteydi. Ancak
Avrupa ve Rusya'nin mütemadiyen iç islerine müdahale etmesi, Osmanli
Devleti'ni, kendi inisiyatifi disinda, yeni tedbirler almaya
zorlamaktaydi. Özellikle gayrimüslim unsurlari bahane eden devletlerin
müdahalelerine firsat vermemek için idarî ve hukukî düzenlemelere
gidilmesi düsünülmekteydi. Hariciye Naziri Mustafa Resit Pasa'nin
hazirladigi düzenlemeler, I.Abdülmecit tarafindan tasdik edilmisti. 3
Kasim 1839'da I.Abdülmecit "Gülhane Hatt-i Hümayunu"nu ilan ettirdi.

Bu fermanda, dini ve irki ne olursa olsun Osmanli tebaasindan olan
herkesin esit olmasi, herkesin yasalara göre yargilanmasi, varligi
ölçüsünde vergilendirilmesi ve askerlik süresinin 4-5 yili geçmemesi
gibi hükümler yer aliyordu. Ayrica Osmanli Devleti bu dönemde Avrupa
tarzina öykünen idarî düzenlemelerde de bulundu. Bu sekilde Avrupa
devletlerinin en azindan bazilarinin, Osmanli Devleti'nin toprak
bütünlügüne saygisinin kazanilmasi hedeflenmekteydi. Fakat gelisen
siyasî olaylar, bunun o kadar kolay olmayacagini gösterecektir.

Sark Meselesi ve Kirim Savasi; Tanzimat döneminde nispeten saglanan
baris ortami, Rusya'nin müdahalesiyle tekrar bozulmaya basladi.
Balkanlarda panislavist bir politika izleyen Rusya, ayni zamanda "Kutsal
yerler sorunu"nu ortaya atarak, dogrudan dogruya Osmanli Devletinin
varligini hedef almaktaydi. Avrupalilar tarafindan "Sark Meselesi",
önceleri Osmanli Devleti'nin toprak bütünlügünün saglanmasi seklinde
düsünülürken, daha sonra bu topraklarin paylasimi sorunu hâline
dönüstürüldü. Çünkü Osmanli Devleti artik bir "hasta adam" idi. Ancak
R.Mantran'in da ifade ettigi gibi, hasta, kendisini iyilestirmeyi
amaçlamayan doktorlarin insafina kalmisti. Onlar, Avrupa'nin hasta
adaminin mirasini paylasma telâsindaydi.

Küçük Kaynarca antlasmasi'ndan sonra Osmanli topraklarindaki
Ortodokslar'in haklarini koruma rolünü üstlenen Rusya, Kudüs merkezli
"kutsal yerler"in korunmasi ve idaresi hususunu da gündeme getirdi.
Fransizlarla imzalanan kapitülâsyonlarda, Lâtin din adamlarina Kudüs
Kilisesi üzerinde bazi haklar taninmisti.

1808'den itibaren Rusya'nin baskilari neticesinde onlarin yerini
Ortodoks papazlar almaya basladi. Fransa'nin ve Rusya'nin 1850-51'de
Bab-i Ali'ye bu durum hakkinda yaptiklari müracaatlar, kurulan
komisyonlarda degerlendirildi ve bazi kararlar alindiysa da hiçbirini
memnun edemedi. Bunun üzerine Çar I.Nikola, Ingiltere'ye Osmanli
Devleti'ni aralarinda paylasmayi teklif etti ve Ingilizlerin
sessizligini korumasi üzerine de askerlerini Baserebya ve Lehistan'a
çikartti. Rus elçisi Mençikof'un asiri tavizler içeren teklifini
reddeden I.Abdülmecit, Ingilizlere yakin olan Mustafa Resit Pasa'yi
sadrazamliga getirdi. Ruslar 26 Haziran 1853'te, Prut'u geçerek, Eflâk
ve Bogdan'i istilâ ettiler. Osmanli Devleti, Fransa ve Ingiltere ile
ittifak anlasmasi imzaladi. Bu ittifaka Avusturya ve Italyan birligini
kurmaya çalisan Piyemento hükûmeti de katildi. Ittifak donanmasi
Çanakkale'de mevzilenmisti. Durumdan endiselenen Rusya, askerlerini geri
çekmeye basladi. Müttefikler, Rusya'nin Karadeniz'deki gücünü ortadan
kaldirmak için, Kirim'a yöneldiler. Ruslarin en büyük üssü olan
Sivastopol, bir yil süren bir kusatmanin ardindan ele geçirildi (1855).
Bu sirada tahta oturan II.Alexandre, baris yapmayi kabul etti.
Müttefiklerin yani sira Prusya'nin da katildigi Paris Antlasmasi ile (30
Mart 1856), taraflar isgal ettikleri bölgelerden çekilecek,
Osmanlilarin toprak bütünlügü ve Bogazlarin statüsü, Avrupa'nin
"kefilligi" altinda korunacakti. Osmanlilarin Avrupa Konseyi'ne dahil
edilmesi karsiliginda ise, sultan yeni bir islahat fermani irat
edecekti. Bu madde ve Karadeniz'in tarafsizliginin kabulü, savasin
galibi durumundaki Osmanlilardin aleyhine idi. Nitekim, Eflâk ve
Bogdan'in birlesmesi ve Sirbistan'a yönelik yeni haklar da Paris
Antlasmasiyla tescil edilmisti.



Henüz Kirim Savasi sürerken, Viyana'da bir araya gelen Ingiltere, Fransa
ve Avusturya, Hristiyanlarla Müslümanlar arasindaki farkliliklarin her
alanda ortadan kaldirilmasini öngören bir fermani sultanin
yayimlamasini, baris için ön sart kosmuslardi. Paris Antlasmasi müzakere
edilirken, müttefiklerin bu istekleri I.Abdülmecit tarafindan yerine
getirildi ve Islahat Fermani ilân edildi (18 Subat 1856). Tanzimat'la
kabul edilen hususlarin esas alindigi bu fermanla, Müslümanlarla
Hristiyanlar arasinda esitlik saglandigi Avrupa'ya garanti edilmis
oluyordu. Ayrica iç hukuk alaninda ve ticaret hukukunda da yenilikler
getiriliyor, Ceza ve medenî hukukun bir bölümü, dinî esaslardan
arindiriliyordu. Aslinda Tanzimat süreciyle baslayan bu degisiklikler,
idari yapilanmada da kendisini hissettirmistir. 1868'de Sura-yi Devlet
ve Divan-i Ahkam-i Adliye kurularak buralarda hem Hristiyanlar hem de
Müslümanlar görevlendirilmistir. Islahat Fermani ile getirilen
düzenlemelerin uygulanmasi daha çok I.Abdülaziz'in tahta çikmasi
(1861-1876) ile gerçeklesebilmistir.

Paris Antlasmasina imza koyan devletler, anlasma maddesinde de yer
aldigi için Islahat Fermani'ni, Osmanli Devleti'ne müdahale etmede bir
koz olarak kullanmislardir. Nitekim Fransa, Dürzilerin Katolik
Marunilere saldirmasini bahane ederek Lübnan'a asker çikarmis ve 1871'e
kadar orada kalmistir. Karadag'da çikan bir anlasmazlik yine büyük
devletlerin araciligi ile halledilmistir (1862). Güçlü devletler
tarafindan tesvik ve tahrik edilen Balkanlardaki Hristiyan topluluklari,
çikardiklari isyanlar bastirilsa dahi, Osmanli Devleti'nden yeni haklar
elde etmeyi basaracaklardir. Örnegin Sirplar ve Bulgarlar yeni haklar
elde etmis, Eflâk ve Bogdan'in Romanya adi altinda birlesmeleri kabul
edilmistir. Muhtariyet haklari genisletilen Misir'da, Ingiliz-Fransiz
nüfuz mücadelesi kizismis, III. Napolyon'un tesebbüsü üzerine, Abdülaziz
istemedigi hâlde Süveys Kanali projesini kabul etmek zorunda kalmis ve
kanal 1869'da büyük bir törenle açilmistir.


Avrupa devletleri ve özellikle Rusya'nin kiskirttigi topluluklar,
bagimsizliklarini ilân etmek için harekete geçmekteydiler. 1866'da Girit
Isyani çikti. Yunanistan'a baglanmak amaciyla baslayan isyan
bastirilmasina ragmen, Avrupa devletleri araya girerek sultanin Girit'e
yeni bir statü vermesini sagladilar (1868). Rusya tarafindan olusturulan
komitalar vasitasiyla Bulgarlar ayaklandirildi. Onlara da genis haklar
verildi (1870). Fakat bununla yetinmeyen Bulgarlar, Bosna ve Hersek'teki
karisikliklarin ardindan yeniden ayaklandilar (1875-76).

Bulgar isyani sert biçimde bastirildi. Fakat bu sirada Genç Osmanlilar,
Abdülaziz'e baslattiklari muhalefeti, mücadeleye dönüstürdüler. Nihayet
Mithat Pasa'nin öncülügündeki yenilikçi idareciler Abdülaziz'i tahttan
indirerek yegeni V.Murat'i basa geçirdiler(30 Mayis 1876). Ancak
hastaligi sebebiyle üç ay sonra o da tahttan indirilerek, Kanun-i
Esasi'yi ilân edecegini beyan eden kardesi II.Abdülhamit Osmanli tahtina
çikarildi.

Bu arada Rusya'nin Osmanli Devleti'ne baski kurmasini kendi menfaatine
aykiri gören Ingiltere, Balkanlardaki bunalimi görüsmesi için
Istanbul'da uluslar arasi bir konferans toplanmasini saglamisti.
Istanbul Konferans çalismalarini sürdürürken II.Abdülhamit Mesrutiyet'i
ilân etti (23 Aralik 1876). Kurulacak Meclis-i Mebusan'da bütün
topluluklar temsil edilebilecekti. Parlâmenter monarsi, Istanbul
Konferansi'nin toplanis sebebini tamamen ortadan kaldirmasina ragmen,
konferansa katilan devletler, Balkan topluluklarinin bagimsizliklarini
istediklerinden bir sonuca varilamadi. Osmanli Devleti'nin çagrilmadigi
Londra'da toplanan bir baska konferansta, büyük devletler isteklerini
tekrarladilar. Rusya, Osmanli Devleti'ne alinan kararlari kabul ettirmek
için savas ilân etti.(Nisan 1877). Tarihimizde "93 Harbi" diye bilinen
1877-1878 Osmanli Rus Harbi, askerî ve siyasî bakimdan önemli sonuçlar
dogurmustur.

Kanun-i Esasi'nin kabulü ile açilan Genel Meclis, padisah tarafindan
seçilen Ayan Meclisi ve halk tarafindan seçilen Mebusan Meclisi'nden
ibaretti. Londra Konferansi'ndan önce çalismaya baslayan bu meclis,
hükûmet tarafindan sunulan teklif ve kanun tasarilarin karara bagla*****
ilk dönem çalismalarini tamamlamisti. Ancak 93 Harbi'nin sürdügü
sikintili zamanlarda meclisteki azinlik mebuslari çalismalari sekteye
ugrattigi gibi, bunalimin artmasini da sagliyorlardi. Nitekim Gazi Osman
Pasa'nin büyük bir kahramanlik göstererek 5 ay savundugu Plevne'yi asan
Ruslar, Yesilköy'e kadar ilerlemislerdi. Dogu'da ise ancak Erzurum
önlerinde durdurulmuslardi. Meclis savasin gidisatindan hükûmeti ve
padisahi sorumlu tutarak, siyasî tansiyonu yükseltmekteydi. II.
Abdülhamit, devletin ileri gelenleri ve bazi mebuslarla yaptigi
toplantidan bir sonuç alamayinca, Kanun-i Esasi'nin kendisine verdigi
yetkiyi kullanarak, etnik yapisinin karisikligi sebebiyle çalismalari
aksayan meclisi kapatti (14 Subat 1878). Bu I.Mesrutiyet'in sonu
demekti.

Berlin Kongresi ve Balkanlardaki Gelismeler; Istanbul önlerine kadar
gelmis olan Rusya ile Yesilköy (Ayastefanos) Antlasmasi imzalandi (3
Mart 1878). Bu anlasmayla, sözde Osmanli'ya bagli Dobruca, Dogu
Makedonya ve Trakya'yi içine alan Büyük Bulgaristan Prensligi kuruluyor;
Romanya, Sirbistan ve Karadag bagimsizliklarina kavusuyordu. Ancak,
Rusya'nin genislemesinden rahatsizlik duyan Avrupa devletlerinin araya
girmesiyle bu anlasma hükümleri yürürlüge giremedi.

Ingiltere donanmasini harekete geçirdi. Osmanli Devleti ile yaptigi bir
anlasmayla Kibris'a yerlesti ( 4 Haziran 1878). Araya giren Bismark,
ülkesinde bir konferansa ev sahipligi yaparak hem muhtemel bir savasi
önlemek hem de Almanya'nin menfaatlerini korumak istiyordu. Nitekim
Osmanli Devleti, Ingiltere, Fransa, Avusturya, Almanya, Italya ve
Rusya'nin da katildigi Berlin Kongresi 13 Temmuz 1878'de imzalanan bir
anlasmayla son buldu. Bu anlasma, artik Rusya'nin yani sira, diger
devletlerin de parçalamaya çalistiklari Osmanli'dan, kendi paylarini
alma anlasmasiydi. Berlin ve Ayestafanos antlasmalarinda öngörüldügü
gibi, Sirbistan, Karadag ve Romanya'nin bagimsizligi onaylandi.
Bulgaristan üç bölüme ayrildi. Bulgaristan Prensligi haricinde müstakil
bir Dogu Rumeli eyaleti olusturuldu. Girit'in statüsüne benzer bir
statüyle Makedonya, Osmanli Devleti'nin elinde kaldi. Yunanistan Tesalya
ve Epir'in bir bölümünü aldi. Bosna-Hersek, Avusturya tarafindan isgal
edildi. Rusya, Kars, Ardahan ve Batum'a sahip oldu. Berlin Kongresi,
büyük devletlerin Osmanli Devleti'ni paylasma ve ortadan kaldirma
arzularinin bir neticesi idi. Balkanlarda büyük devletlerin
inisiyatifiyle ortaya çikan küçük devletçikler, bölgede o dönemden
günümüze kadar ulasan siyasî ve etnik çatismalarin piyonlari olmaktan
öteye gidemediler. Nitekim Avusturya'nin ve Rusya'nin Balkanlarda
nüfuzlarini artirmalari, Balkan Savaslari ve I.Dünya Savasi'nin
çikmasina yol açacaktir.

Berlin Kongresi'nin sonuçlari kisa zamanda ortaya çikmaya baslamisti.

Balkanlardan bir pay alamayan Fransa, önceden nüfuz sahasina dahil
ettigi Cezayir ile Tunus arasindaki sinir problemini bahane ederek,
Tunus'u isgal etti (1881). Fransa ile Ingiltere arasinda çekismeye sahne
olan Misir'da, Hidiv Ismail Pasa'ya karsi baslatilan bir askerî
ayaklanma ile ortaya çikan durum Istanbul'da görüsülürken, Ingilizler
Iskenderiye'yi topa tuttu. Osmanlilarin karsi çikmalarina ragmen
Ingilizler Misir'i ele geçirdiler(1882). Bulgaristan Prensligi, Dogu
Rumeli'de çikan isyani degerlendirerek (1885), bölgeyi kontrolü altina
aldi. Osmanli Devleti Rusya'nin baskisi sonunda, Kircaali ve Rodop
disindaki Dogu Rumeli Valiligi'nin Bulgar Prensligi'nin idaresine
geçmesini kabul etmek zorunda kaldi (1886). Ikinci Mesrutiyet'in ilâni
sirasinda ise Bulgarlar bagimsizliklarini ilân ettiler (1908). Bulgar,
Yunan ve Arnavutlarin hak iddia ettigi Makedonya'da çikan olaylar
Osmanli kuvvetleri tarafindan bastirildi. Fakat, Rusya ve Avusturya
devreye girerek Osmanli hâkimiyetindeki Makedonya'da, ülkelerinden iki
gözlemcinin görev yapmasini sagladilar (1893). Megalo Idea adini verdigi
Bizans'i diriltme çabasindaki küçük Yunanistan, 1896'da çikan isyani
bahane ederek Girit'i ilhaka yeltendi (1896). Osmanlilar Dömeke Meydan
Savasi ile Yunanlilari büyük bir bozguna ugrattilar (1897). Fakat Rusya
ve Avrupa devletlerinin müdahalesi ile Istanbul'da toplanan bir
konferans ile Girit'te valiligine Yunan kralinin oglunun getirildigi
özerk bir yönetim kurulmasi, adanin fiilen Yunanistan'a birakilmasi
anl***** geliyordu.

93 Harbi'nden sonra sun'i bir Ermeni Meselesi ortaya çikarilmisti.
Osmanli Devleti'ne bagliliklari sebebiyle "millet-i sadika" olarak
adlandirilan Ermeniler, önceleri Dogu Anadolu'yu ele geçirmek isteyen
Rusya ve ardindan Ingiltere tarafindan kullanilmaya basladilar. Hinçak
ve Tasnak tedhis örgütlerini kurarak, Istanbul ve tasrada terör yaratan
bazi Ermeniler özellikle Ingilizler tarafindan destekleniyorlardi.
Dogu'da hiçbir zaman çogunluk olamayan Ermenilere kurdurulacak bir
devlet ile Rusya Akdeniz ve Orta Dogu'ya sizabilecekti. Ingiliz
himayesindeki bir Ermeni devleti ise aksine bunu önleyebilirdi. Her iki
tarafinda kullandigi Ermeniler 1889'dan itibaren tedhise basladilar.
Van, Erzurum ve Bitlis'te çikan olaylar bastirildi. Ardindan baskentte
Osmanli Bankasi'na kanli bir baskin yaparak bankayi isgal ettiler.
II.Abdülhamit'e yönelik bir suikast tesebbüsünde bulundular. I.Dünya
Savasi ve Istiklal Harbi yillarinda da Ermeniler devlet aleyhine
faaliyetlerini devam ettirmislerdir.


I.Mesrutiyet'in kaldirilmasindan sonra II.Abdülhamit içte ve dista
meydana gelen olumsuz gelismelerin de etkisiyle, kati bir yönetim
sergilemeye baslamisti. Mesrutiyet taraftarlari da buna karsilik
muhalefetlerinin dozunu artirmislardi. Osmanlilik fikrinin temsilcisi
olan Sadrazam Midhat Pasa 1881'de ölüm cezasina çarptirilmis, sonra
affedilerek, Arabistan'a sürgüne gönderilmis ve 1883'te öldürülmüstü.

Ali Suavi, Ziya Pasa ve Namik Kemal gibi kisiler de sultan tarafindan
bertaraf edilmislerdi. Ancak devletin içinde bulundugu güç durum onlarin
baslattigi muhalefetin güçlenerek büyümesine zemin hazirlamaktaydi.
Balkanlardaki çalkantilarin yani sira Osmanli Devleti iktisadî açidan da
çok zor durumda idi. Devlet iç ve dis borçlarini kapatabilmek için
batililarin elindeki Osmanli Bankasi ile malî bir anlasma imzalamak
zorunda kalmisti (1879 ve 1881). Buna göre banka mali yardimlari
karsiliginda, devletin bazi gelirlerini devraliyordu. Ingiliz ve
Fransizlarin kontrolünde bu maksatla kurulan Düyun-i Umumîye Idaresi
Osmanli ülkesini âdeta bir sömürge hâline getirecektir.

Genç Türkler veya Jön Türkler adi verilen ve yurt disinda ve içinde
faaliyet gösteren Mesrutiyet taraftarlari, Istanbul'da Ittihad-i Osmani
dernegini kurmuslar ve bu dernek 1894/95'te Ittihat ve Terakki Cemiyeti
adini almisti. Selanik'te Enver ve Niyazi Pasalar gibi subaylarin da
katilmasiyla güçlenen Ittihatçilar, Osmanli devletini ancak Kanun-i
Esasî'nin yeniden kabulünün kurtarabilecegini düsünüyorlardi. Kolagasi
Niyazi Bey ve ona katilan Enver Bey'in Resne'de isyan ederek daga
çikmalari ve Rumeli'de halk tarafindan büyük bir destek bulmalari
üzerine II.Abdülhamit anayasayi yürürlüge ko***** II.Mesrutiyet'i ilân
etti ((23 Temmuz 1908).

17 Aralik 1908'de meclis yeniden açildi. Yapilan seçimlerde Ittihat ve
Terakki Firkasi büyük bir basari saglamisti. Ancak bu gelismeler
esnasinda Bulgaristan bagimsizligini elde etmis ve Girit meclisi
Yunanistan'a ilhak karari almisti.

Isgal altindaki Bosna Hersek ise Avusturya tarafindan fiilen ilhak
edilmisti (5 Ekim 1908) Millî bir politika izlemeyi amaçlayan
Ittihatçilar, olumsuz gelismelerin de etkisiyle gittikçe otoriter bir
idare olusturmaya baslamislardi. Bundan faydalanmak isteyen Mesrutiyet
aleyhtarlari, bazi Avrupa devletlerinin de kiskirtmasiyla isyan ettiler.
Istanbul'daki Avci Taburlari'nin 13 Nisan 1909'da baslattiklari isyan
sirasinda pek çok Ittihatçi öldürüldü. II.Abdülhamit olaylari
önleyemedi. Bunun üzerine Mahmut Sevket Pasa komutasindaki ordu
Selanik'ten yola çikti. Harekat Ordusu adi verilen bu ordunun kurmay
baskani Mustafa Kemal idi. Harekat Ordusu, kisa sürede duruma hâkim
olarak isyani bastirdi. Isyandan sorumlu tutulan II.Abdülhamit,
seyhülislâmdan alinan fetva ile meclis tarafindan tahttan indirildi (27
Nisan 1909) ve kardesi V. Mehmet Resat yerine getirildi. V.Mehmed
(1909-1918) devlet idaresinde inisiyatifi Ittihatçi hükûmete birakmisti.
Yeni iktidar zamaninda da felâketler birbirini takip etti. Osmanli
Devleti hizla dagilma devrine girmekteydi.


Osmanlilarin iç isleri ve Balkanlardaki gelismelerle ugrasmasini firsat
bilen Italyanlar, Avusturya'nin Bosna-Hersek'i ilhak etmesi (1908),
Arnavutlarin isyani (1910) gibi olaylardan da cesaretlenerek, pastadan
pay alabilmek için Trablusgarp'a asker çikardi. (Eylül 1911). Italyan
donanmasi denizden, Ingilizler ise Misir'i ellerinde bulundurdugundan
karadan, Osmanlilarin bölgeye asker göndermesini imkânsiz hâle
getirmisti. Bu sebeple Osmanli hükûmeti gizlice Türk subaylarini bölgeye
göndererek mahallî bir direnisi örgütleme yolunu seçmisti. Derne ve
Tobruk'da Mustafa Kemal, Bingazi'de ise Enver Pasa Italyanlara karsi
büyük basarilar kazandi. Savasi kazanamayacagini anlayan Italya,
Osmanlilari barisa zorlamak için Oniki Ada'yi isgal etti. Ancak bundan
ziyade Balkanlarda baslayan savas Osmanlilarin barisi imzalamaya
zorladi. Usi Antlasmasi ile Italyanlar isgal ettikleri yerleri muhafaza
ettiler (1912)


Türk-Italyan Savasi'nin basladigi sirada Balkan devletleri aralarindaki
anlasmazliklari bir tarafa birakarak, Osmanli Devleti'ne karsi bir
ittifak olusturdular. Rusya'nin mimarliginda gerçeklesen Bulgar-Sirp
ittifakina daha sonra Yunanistan ve Karadag da katildi (1912). Karadag
ile baslayan savasa 18 Ekimde diger Balkan devletleri de istirak etti.
Bu sirada Osmanli askerleri, subaylarin bir kisminin politik
çekismelerle mesgul olmasindan dolayi daginik bir hâldeydi. Bunun
sonucunda Balkan devletleri, Osmanlilar karsisinda kendilerinin de
beklemedigi bir zafer kazandilar. Yunanlilar Ege adalarini ele
geçirdiler. Sirplar Kumanova'da üstünlük sagladilar. Sirplarin denize
çikmalarini önlemek için Avusturya'nin destegi ile Arnavutluk
bagimsizligini ilan etti (28 Kasim 1912).

Bulgarlar ise Edirne'yi ele geçirerek Çatalca'ya kadar ilerlediler. (19
Kasim 1912). 16 Aralikta Londra'da baslayan görüsmeler bir ara
iktidardan düsen Ittihatçilarin yeniden is basina gelmesi üzerine
kesilmisti. Nihayet Mayis ayinda Londra Antlasmasi imzalanarak I.Balkan
Savasi sona erdi. Gelibolu Yarimadasi hariç Trakya, Bulgaristan'a
verildi. Makedonya'nin büyük bir kismi Yunanistan ve Sirbistan arasinda
paylasildi. Özellikle Makedonya'nin paylasimi Bulgarlari rahatsiz
etmekteydi. Sirbistan ve Yunanistan, Bulgarlara karsi ittifak olusturdu.
Bu ittifaka Romanya da katildi. Bulgaristan ile bu ittifak savasa
girince, durumdan faydalanmak isteyen Osmanli Devleti de Bulgar
isgalindeki topraklari geri almak için harekete geçti. Kirklareli ve
Edirne kurtarildi. II.Balkan Savasi, taraflarin imzaladigi Bükres
Antlasmasi ile sona erdi (1913). Bulgaristan ile imzalanan Istanbul
Antlasmasi ile, Meriç nehri iki ülke arasinda sinir oldu.
Bulgaristan'daki Türklerin haklari belirlendi (29 Eylül 1913).
Yunanistan ile imzalanan Atina Antlasmasi ile ise Girit'in Yunanistan'a
birakilmasi kabul edildi (14 Kasim 1913). Büyük devletler bu
anlasmalardan sonra Çanakkale Bogazi yakinlarindaki Bozcaada ve Imroz'u
Osmanlilara geri verdiler. Balkan Savaslari, Balkanlardaki Türk
varliginin büyük bir kiyima ugramasina sebep olmustur. Yüz binlerce Türk
savaslar sirasinda ve sonrasinda aç ve yokluk içinde buradan göç etmek
zorunda kalmistir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://turkyildizlari.forummum.com
Mareşal
Forum Kurucusu
Forum Kurucusu
Mareşal


Mesaj Sayısı : 293
Kayıt tarihi : 21/03/10
Nerden : Türkiye

Osmanlı Devleti Hakkında Herşey. Empty
MesajKonu: Geri: Osmanlı Devleti Hakkında Herşey.   Osmanlı Devleti Hakkında Herşey. I_icon_minitimePtsi Nis. 05, 2010 7:15 pm


Yıkılış Dönemi

Sadrazam Mahmut Sevket Pasa'nin öldürülmesi ile (21 Haziran 1913),
Ittihat ve Terakki Firkasi, hükûmetin idaresini tamamen ellerine
geçirmisti. Enver, Talat ve Cemal Pasalar, Osmanli Devleti'nin iç ve dis
politikasini belirlemede en etkili nazirlardi. Balkan savaslarindan
sonra, ordu ve donanmayi güçlendirmek isteyen hükûmet, Avrupa
devletlerinden mühendisler ve askerî uzmanlar getirtmekteydi. Osmanli
Devleti, dis siyasetini de, dengeleri gözeterek yeniden belirlemek
ihtiyacini hissetmekteydi. Emperyalist devletler, nüfuz alanlarini
korumak veya genisletmek maksadiyla siyasî, askeriî ve iktisadî açidan
ittifaklar olusturmaktaydi. Ingiltere ve Fransa'ya nazaran sömürgecilige
geç baslayan Almanya, Afrika, Avrupa ve Orta Dogu'da nüfuz sahasini
genisletmek istiyor ve Osmanli Devleti'ne bu maksatla yakin durmayi
yegliyordu . Avusturya-Macaristan Imparatorlugu da, Balkanlarda
Panislâvizmi gerçeklestirmeye çalisan Rusya'ya karsi Almanlarla is
birligi içindeydi. Ingiltere ve Fransa tarafindan pay edilmis Kuzey
Afrika'da gözü olan Italya da bu ittifaka yakindi. Dolayisiyla Almanya
önderligindeki Üçlü Ittifak'in (Almanya, Avusturya-Macaristan ve Italya)
dogal rakibi, Ingiltere'nin öncülügündeki Fransa ve Rusya'dan olusan
Üçlü Itilâf (Anlasma) devletleri idi. Avusturya-Macaristan Veliahti
Ferdinand'in, Sirbistan ziyareti esnasinda bir Sirp tarafindan
öldürülmesi (28 Haziran 1914), bu iki cepheyi sicak savasa sokmaya
yetti.

Daha sonra Romanya, Japonya ve ABD Itilaf Devletleri, Bulgaristan ve
Osmanli Devleti ise Ittifak devletleri safinda bu savasa girdiler.

Osmanli Devleti savastan önce Ingiltere ve Fransa'ya yakin bir politika
izlemek istedi. Ancak hem hükûmet ve halk içerisindeki tepkiler hem de
Itilaf Devletleri'nin buna sicak bakmamasi, Osmanlilari Almanya'ya
yanastirmaktaydi. Özellikle Enver ve Talat Pasalar, Osmanli Devleti'nin
yeniden silkinmesi ve kaybettikleri topraklari kazanabilmesi için
Almanya'nin yaninda yer almayi uygun buluyorlardi. Hükûmet baslangiçta
tarafsiz kalmayi tercih etmisti. Almanlarin II.Abdülhamit devrinden
itibaren Osmanli Devleti'nin yenilesme çabalarina katkida bulunmasi ve
bu maksatla gönderdikleri askerî ve sivil uzmanlarin varligi, Itilaf
Devletleri'nin, Osmanli Devleti'nin tarafsiz kalamayacagi süphesini
artiriyordu. Bu tutum, dolayisiyla Almanya yanlilarinin tezini
kuvvetlendirmekteydi. Enver ve Talat Pasa'nin öncülük ettigi bu grup,
Almanlarin yaninda savasa girmekle, Kafkaslar, Balkanlar ve Ege'de
kaybedilen topraklarin geri alinabilecegi ve Osmanli Devleti'ni nefes
alamaz hâle getiren kapitülâsyonlar ve düyun-i umumîden
kurtulunabilecegini öne sürmekteydiler. Nitekim Almanya'ya ait Goben ve
Breslav zirhlilarinin Türk bayragi çekilerek, Rus limanlarini
bombalamasi, Osmanli Devleti'nin Almanya safinda savasa girmesine vesile
olacaktir (1 Kasim 1914).

Osmanli Devleti I.Dünya Savasi'nda tam yedi cephede mücadele etti;
Kafkasya, Kanal, Hicaz ve Yemen, Irak, Suriye ve Filistin, Galiçya ve
Çanakkale. Bütün cephelerde Osmanli askerleri büyük bir kahramanlik
örnegi gösterdiler. Ancak, yedi cephede birden savasi sürdürmek, zor
sartlar içerisinde bulunan Osmanli Devleti için çok güçtü. Enver
Pasa'nin kumanda ettigi Kafkas Cephesi'nde Osmanlilar büyük zayiat
verdiler. Dogu Anadolu ve Trabzon düstü. Kanal (Süveys) cephesinde ise
Cemal Pasa, Fransiz ve Ingilizlere basariyla direndi. Hicaz ve
Yemen'deki Osmanli birlikleri, destek görmemelerine ragmen, kutsal
yerleri korumak ugruna, harbin sonuna kadar Serif Hüseyin ve Ingilizlere
karsi koydular. Basra'ya çikan Ingilizler Kuttü'l-Amare'de büyük bir
bozguna ugradilar. Komutanlari General Townshend esir edildi (29 Nisan
1916) Ancak, 1918'de yeni birliklerle saldiran Ingilizler, ihanet eden
Arap kabilelerinin de yardimiyla Basra'da oldugu gibi, Suriye'de de
saldirilarini artirdilar. M.Kemal, Halep'te bir savunma hatti olusturdu.
Galiçya, Makedonya ve Romanya'da Osmanli birlikleri, Avusturya ve
Bulgaristan'a yardimci olmak için büyük bir özveriyle savastilar.
Türkler, en büyük direnmeyi Çanakkale'de gösterdiler. Itilaf Devletleri
19 Subat 1915'den itibaren muazzam bir donanma ve yüz binlerce askerle
saldiriya geçtiler. 18 Mart'ta Itilaf donanmasina ait pek çok gemi
batirildi. Ardindan Gelibolu Yarimadasi'ndaki Settü'l-Bahir ve
Ariburnu'na asker çikararak, karadan da saldiriya geçtiler. Anzak ve
Hint birliklerinin de katildigi kara savaslari, tam bir ölüm kalim
savasi oldu. M.Kemal'in de büyük bir askerî deha olarak ortaya çiktigi
bu savunma karsisinda Itilaf Devletleri geri çekilmek zorunda kaldi.

Bütün dünyaya ögretilen "Çanakkale Geçilmez" sözü, 250 bin Türk
evlâdinin sehit kaniyla yazilan bir büyük destan oldu. Itilaf
Devletlerinin Çanakkale bozgunu, Rusya'nin yardim alma ümitlerini suya
düsürmüs ve bunun neticesinde gerçeklesen Bolsevik Ihtilâli, Çarlik
Rusyasi'nin sonu olmustur. Rusya'nin savastan çekilmesi üzerine 7 Aralik
1917'de imzalanan anlasmayla Dogu cephesinde Türk-Rus Savasi sona
ermistir.

Osmanli Devleti, I.Dünya Savasi'nda yedi düvele karsi muhtesem bir
mücadele sergilemistir. Ancak 29 Eylül 1918'de Bulgaristan'in teslim
olmasi Osmanlilar ile Almanya arasindaki irtibatin kesilmesine yol
açmistir. Müttefiklerinin savastan yenik ayrilmasiyla birlikte
Osmanlilar da ateskes anlasmasini imzalamak durumunda kalmislardir.
Ittihat ve Terakki Firkasi'nin hükûmetten çekilmesinin ardindan kurulan
Ahmet Izzet Pasa baskanligindaki hükûmet, Bahriye Naziri Rauf Bey
baskanligindaki bir heyeti Limni'nin Mondros limanina göndermis ve
Mondros Ateskes Anlasmasi'nin imzalanmasiyla (30 Ekim 1918), Osmanlilar
resmen savastan çekilmislerdir. Ateskes anlasmasiyla Itilaf Devletleri,
Osmanli ülkesini isgal etme hakkini elde etmislerdir. Bu durum, Osmanli
Devleti'nin fiilen paylasilmasi demekti.

Nitekim, Ingiliz, Fransiz, Italyan birlikleri bu anlasmaya dayanarak
Anadolu'da isgallere baslamislar, Asirlarca Osmanlinin hâkimiyetinde
yasayan Yunanlilar da, agabeylerinin müsaadesiyle Izmir'e asker
çikarmislardir (15 Mayis 1919). Isgallere karsi Anadolu Türk'ünde büyük
bir infial yaratmis ve 19 Mayis 1919'da Mustafa Kemal Pasa'nin Samsun'a
çikmasiyla, düsmana karsi "Milli Mücadele" baslamistir. Itilaf
Devletlerinin Sevr Anlasmasi'ni Istanbul hükûmetine imzalatmasi (10
Agustos 1920), Milli Mücadele'nin güçlenmesinden endise eden düsmanlarin
bir an önce Türk millî varligini ortadan kaldirmayi amaçlamalarindan
baska bir sey degildi. Fakat bu anlasma hükümleri hiçbir zaman
uygulanamadi. Ankara'da açilan Milli Meclis'in iradesi, Mustafa Kemal ve
arkadaslarinin büyük ve onurlu mücadelesi bu oyunlari bozdu. Istiklâl
Harbi'ni kazanilmasiyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmus oldu. Yeni
Türk devleti "Millî Hâkimiyet" ilkesinin tabii bir neticesi olarak 1
Kasim 1922'de saltanati kaldirdi. Dolayisiyla bu tarih 622 yil devam
eden Osmanli Devleti'nin de resmen sonu oluyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://turkyildizlari.forummum.com
Mareşal
Forum Kurucusu
Forum Kurucusu
Mareşal


Mesaj Sayısı : 293
Kayıt tarihi : 21/03/10
Nerden : Türkiye

Osmanlı Devleti Hakkında Herşey. Empty
MesajKonu: Geri: Osmanlı Devleti Hakkında Herşey.   Osmanlı Devleti Hakkında Herşey. I_icon_minitimePtsi Nis. 05, 2010 7:16 pm

Askeri Teşkilat

Bir toplumun "devlet" haline gelebilmesi, onun varligina vücud veren
halk ve idarecilerin "bagimsizlik" (istiklâl) kavramini tanimalari ile
mümkündür. Bu tanima, sadece fikir ve düsüncede kalmayip fiilen tatbik
edilmelidir. Bu da belli sinirlari koruyacak olan "askerî güç" denilen
bir sinifin mevcudiyeti ile gerçeklesir. Disiplinli ve sistemli hareket
eden bir askerî gücün ifade ettigi mâna çok iyi bilindiginden, tarihte
üne kavusmus bütün büyük devletler, bu konu ve teskilât üzerinde
hassasiyetle durarak onu muhafazaya çalismislardir.
Disiplinli ve devamli bir ordunun teskili fikrinden hareketle sarf
edilen çabalar, milletlerin kendi bünyeleri, bulunduklari cografî ortam
ve zamanlarina göre degisik olagelmistir. Bu sebepledir ki, hayatlarini
ziraî ürünlerle kazanan milletler gibi topraga siki sikiya bagli olmayan
göçebe Türklerin hayatlarinda hayvanlarinin büyük rolü vardi. Bu,
onlarin daha disiplinli hareket etmesini sagliyordu. Keza bu, onlarin
harp disiplin, oyun ve usûllerine alismalarina da yardimci oluyordu.
Nitekim sonbaharda yapilan büyük sürek avlarinin sebepleri, bu önemli
gerçek içinde yatiyordu. Uygurlarin birçok aile ve boylarinin bir araya
gelerek yaptiklari bu sürek avlari, Göktürkler'de oldugu gibi bir çesit
savas egitimi idi. Ekonomi, devlet ve ordu idaresi, askerî bilgi ve
eglence bu bahanelerle tatbikat sahasina konuyor, yasaniyor ve
deneniyordu.
Ortaasya'li atli kavimlerin hayatlarinin en önde gelen özelligi, hareket
halinde olma idi. Fertlerin bu hareketli hayati, topluma da bir
dinamizm veriyordu. Bu hareket ve canliligin sonucu olsa gerek ki, Islâm
öncesi Türklerinde hakim bulunan anlayisa göre "kendileri bir kurt,
düsmanlari da bir koyun sürüsü idi." Türklerdeki bu dinamizm, Müslaman
olduktan sonra daha bir kuvvetle devam etmis görünmektedir. Zira onlar,
tarihî kültürlerinin bir mirasi olarak devam ettiregeldikleri bu
anlayisi, Islâm'in "cihâd" ve "sehidlik" motifleri ile
birlestirmislerdi.
Düsmanlarina karsi yaniltma, ani hücum ve sizma gibi taktikleri ile
taninan Türklerin, Müslüman Arap ordulari içinde yer almalarindan
sonradir ki, Islâm ordulari genis bir cografî mekânda yayilma imkânini
buldular. Miislüman Türk askerlerinin Islâm ordusundaki durumundan bahs
eden bir arastirici sunlari söylemektedir:
"Bazen uygulanan usûl de yürüyüs halinde olan düsman hatlarini tuzaga
düsürmek veya hemen girisilen muharebe ile anlari, önceden hazirlanmis
tuzak bölgelerine çekmek idi. Bu taktikteki büyük avantaj, saf nizaminda
hücuma alismis Arap süvarileri için pek söz konusu degilse de, âni
hücum, yaniltici çekilme, kanatlara sizma, her taraftan ok yagdirma ve
hücumu sür'atle tekrarlamada mâhir Türkler içindi."
Tarih sahnesinde görünen birçok millet, askerî güç olarak ifade
ettigimiz devamli ve disiplinli orduyu ayakta tutup kendisinden istifade
edebilmek için çesitli çarelere bas vurmustur. Bu meyanda, harplerin
sebep oldugu nüfus azalmasini bir dereceye kadar ortadan kaldirmak için
galiplerin, maglup olan toplumlarin çocuklarindan yararlandigi da
görülmektedir. Osmanlilarin da bas vurdugu bu sistem, onlarin basarili
sonuçlar almalarina sebep olmustur.
Özellikle kurulus ve daha sonraki dönemlerde kullanilan sistemler ile
ordunun sahip oldugu disiplin, Osmanli ordusunu basarili bir hale
getiriyordu. Batida bulunan Hiristiyan devletlerce de farkina varilan bu
duruma isaret eden bir seyyahin su sözlerine dikkat çeken Gibbons, o
seyyahin ifadesini söyle nakleder:
"Osmanlilar, daha önceden Hiristiyan ordularinin ne vakit geleceklerini
ve kendileri ile çatisma için müsait yerin neresi oldugunu bilirler.
Çünkü bunlar, daima seferber bir halde idiler. Çavuslari ve casuslari,
kuvvetleri nasil ve nereye sevk etmek lazim geldigini biliyorlardi.
Bunlar, birdenbire harekete geçebilirlerdi. Yüz Hiristiyan askeri, on
bin Osmanlidan daha fazla gürültü yapiyordu. Trampet bir defa vurdu mu,
derhal yürüyüse baslarlar, adimlarini kat'iyyen yavaslatmaz ve yeni bir
komut verilinceye kadar kat'iyyen durmazlardi. Hafif techizatli
olduklari için Hiristiyan mühasimlarinin üç günde kat edemedikleri
mesafeyi bir gece içinde kat ederlerdi."
Pek çok müessesede oldugu gibi, kendinden önceki Müslüman ve
MüslümanTürk devletlerinin teskilatlarindan yararlanmis bulunan
Osmanlilar, bu uygulamayi askerî sahada da gösteriyorlardi. Gerçekten,
Osmanli askerî teskilâtinin, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Ilhanli
ve Memlûk askerî teskilâtlan ile benzerlik arz etmesi, bu ifadelerin
dogrulugunu ortaya koymaktadir. Bununla beraber biz, daha açik bir fikir
vermesi bakimindan B. Selçuklu askerî teskilâtindan kisaca ve ana
hatlari ile bahs etmek istiyoruz.
Özellikle Alp Arslan ve oglu Meliksah dönemlerinde devrinin en büyük
askerî gücü haline gelen Selçuklu ordusu, günümüzün Milli Savunma
Bakanligi durumundaki "Divan-i Arizu'l-Ceys" denilen bir teskilât
tarafindan idare ediliyordu. Büyük Selçuklu ordusu, çesitli kavimlerden
alinarak hususi saray terbiyesi ile yetistirilmis, tören, usûl ve
protokolü bilen ve dogrudan dogruya Sultana bagli bulunan "Gulaman-i
saray", en seçkin komutanlarin egitimi altinda her an emre hazir
bekleyen "Hassa ordu" su ile melik, vali, vezir gibi ileri gelen devlet
büyüklerinin askerleri ve tabi hükümetlerin askerlerinden kurulu idi.
Isimleri "Divan defteri"nde yazili bulunan "Gulaman-i saray" efradi,
yilda dört maas (bistgâni) alirdi. Devletin esas askerî gücünü teskil
eden, harplere katilan ve düsmana agir darbeler indiren "Hassa ordu"su
askeri de maasliydi. Ayrica vezir Nizamülmülk (öl. 485/1092) vâsitasiyle
daha küçük parçalara bölünen askerî iktalarda, geçimini arazi
gelirlerinden temin eden ve her zaman harbe hazir kalabalik bir süvari
kuvveti (sipahiyan) de vardi. Bu sâyede Selçuklu Devleti, büyük bir
askerî kuvvet bulundurma imkânina sahip olmustu. Buna karsilik
Gazneliler ile Büveyhîler döneminde askere ikta degil maas veriliyordu.
Sikisik durum ve zamanlarda, devletin bu maaslari ödeyemedigi oluyordu.
Böyle durumlarda komutanlar, vilayetlerin vergilerini kendi nâm ve
hesaplarina topluyorlardi. Halkla aralarinda bir menfaat birligi
olmadigindan askerin faaliyetleri, zaman zaman vilayetlerin harab
olmasina kadar variyordu. Halbuki askerî iktalar sayesinde Büyük
Selçuklu Devleti 400 bin, Türkiye Selçuklulari da 100 bin kisilik bir
orduya sahip bulunuyorlardi.
OSMANLILARIN ILK ASKERI TESKILÂTI
Bizans Imparatolugu'nun hududlarinda bulunan ve Osman Gazi'ye bagli olan
Türk asiretleri atli idiler. O dönemin iklim, harp, teknoloji ve siyasi
sartlarina göre bu gerekliydi. Bu sebeple Osman Bey zamaninda harplere
istirak edip fetih yapanlar bu asiret kuvvetleri idi. Asiret kuvvetleri,
baslarinda serdarlari olmak üzere Osman Bey'in hizmetine giriyor,
fetihlerin sonunda ganimetlerden pay aliyor ve zapt edilen topraklardan
yerlesme hakki elde ediyorlardi. Topraga yerlesen Türkmenler, tasarruf
ettikleri (kullandiklar) yer karsiliginda Osman Gazi'ye tabi
oluyorlardi. Timarlarinin gerektirdigi sayida atli askeri de savasa
gönderiyorlardi. Osman Bey, uç beyi olduktan sonra kendisi ile yakin
çevresini koruyan ve yevmiye hesabi ile ücret alan askerlerin sayisini
artirdi. Bunlar, Selçuklular'da oldugu gibi "Kul" veya "Nöker" adi ile
aniliyorlardi. Ulûfeli askerlerin sayisi, beyligin gücü ile orantili
olarak artiyordu. Bu bakimdan beyligin sinirlari genisledikçe Osman
Bey'in kapisindaki kul sayisi da artiyordu.
Osman Bey zamaninda, beyligin kuvvetleri, hizmetleri karsiligi
ganimetten hisse alan ve feth edilen yerlere atli asker vermek sartiyla
yerlesen Türkmen kuvvetleri ile ücretleri gündelik olarak ödenen Osman
Bey'in sahsî askerlerinden ibaretti. Nöker veya Kul adini tasiyan bu
askerler, fetih hareketlerinde henüz etkin rol oynayacak sayiya
ulasmamislardi.
Asiret kuvvetleri ile ulûfeli askerler, ilk zamanlarda yeterli oldularsa
da fetihler çogaldikça sayi olarak kifayet etmemeye basladilar. Bu
bakimdan Osman Bey, fetihlere devam edebilmek için dinamik eleman
arayisina baslama ihtiyacini duydu. Bundan sonra ihtiyaç hasil oldugu
zaman Sögüt, Karacasehir, Eskisehir ve Bilecik dolaylarindaki köylerde
oturan ve tarimla ugrasan Türk köylülerinden yararlanmaya karar verdi.
Atli olan asiret birlikleri, özellikle kale muhasaralarinda fazla
tesirli olamiyorlardi. Bundan baska fetihler sonucu arazi genisleyip
birçok gayr-i müslimin, devletin vatandasi durumuna gelmesi ve
muhasaralarin uzamasi üzerine asiret kuvvetleri, istenilen zamanda
istenilen yere ulasamiyorlardi. Bu sebeple Orhan Bey döneminde yeni ve
devamli bir askerî birlige ihtiyaç duyuldu.
YAYA VE MÜSELLEMLER
Osman Bey'in ölümünden kisa bir süre sonra, beyligin sinirlarinin
genislemesi ve kisa bir gelecekte, daha bir genislemeye namzed olmasi,
Orhan Bey'i askerî, malî ve idarî düzenlemeler yapmak zorunda birakti.
Gerçekten de beylik çerçevesinden çikip güçlü bir devlet haline gelmek
için, düzenli bir orduya ihtiyaç vardi. Orhan Bey de bu görüsten
hareketle önce orduyu ele aldi.
Orhan Bey'in saltanatinin ilk yillarinda askerî kuvvetler, Osman Bey
zamanindan pek farkli degildi. Fetihler arttikça topraga yerlesen
Türkmenlerin sayisi artmis, buna bagli olarak timarli sipahî sayisi da
çogalmisti. Kul veya Nöker denilen sinif, Osman Bey zamaninda oldugu
gibi yine ulûfe aliyordu.
Fetihlerin devami için zarurî olan ordunun organizasyonu, yani, ilk
düzenli birlikler, Bursa'nin fethinden sonra ve Iznik'in fethinden önce
Vezir Alaeddin Pasa ile Bursa Kadisi Çandarli Kara Halil'in (öl. 1387)
teklifleri dogrultusunda yapilmisti. Buna göre devamli surette savasa
hazir yaya ve atli bir kuvvetin bulundurulmasi gerekiyordu. Bu maksatla
Türk gençlerinden meydana getirilen bu ordunun atsiz askerine "Yaya",
atli askerine de "Müsellem" adi verildi. Alaeddin Pasa'ya göre askerî
sinifa mensub olan kimseler ile vezirler, özel bir kiyafet giyerek
halktan ayird edilmeliydi. Bu sebeple, bunlarin giyecekleri elbise ve
baslarinda tasiyacaklari sarigin renk ve biçimi tesbit edildi. Buna göre
bunlar "Ak börk" giyeceklerdi. Böylece tasradaki timarli sipahilerden
de ayrilacaklardi.
Türk gençlerinden kurulan ve her biri bin kisi olan bu askerî birligin
efradi. Çandarli Kara Halil tarafindan seçilmisti. Asikpasazâde'nin
ifadesine göre birçok kisi "Yaya" yazilmak için Çandarli Kara Halil'e
müracaat etmisti. Savas zamaninda bu gençlere önce birer, daha sonra da
ikiser akça gündelik verilmesi kararlastirildi. Savas olmadigi
zamanlarda da ziraat yapmak üzere kendilerine toprak tahsis edildi.
Bunlar, vergilerden muaf tutuldular. Orhan Bey zamaninda hassa ordusu
sayilan yaya ve müsellemler, kaç sancak varsa o kadar yaya ve atli
sancaga bölünerek basina sancakbeyi tayin edildi. Yaya denilen piyade
sinifinin her on kisisi için bir bas (onbasi), her yüz kisiye de daha
büyük bir bas (yüzbasi) tayin edilmisti. Müsellem adi verilen atli
birligin her otuz kisisi bir "Ocak" meydana getiriyordu. XV. yüzyil
ortalarina kadar fiilen silahli hizmette bulunmus olan bu Yaya ve
Müsellemler, Kapikulu ocaklarinin kurulup gelismesiyle yerlerini onlara
terk ettiler. Daha sonra Rumeli'deki Yürükler, Canbazlar ve Tatarlarin
katilmasiyla Osmanli askerî teskilâtinin geri hizmet sinifini meydana
getirdiler. Bu sinif, köprü
yapimi, yol insaati, kale tamir ve yapimi ile hendek kazimi gibi
islerde kullanildi.
Görüldügü gibi Osmanli Devleti'nin ilk döneminde, yani Osman Bey
zamaninda beyligin kuvvetleri iki kisimdan ibaret bulunuyordu. Bunlardan
biri, Türkmen asiretlerinden saglanan ve kendilerine hizmetleri
karsiliginda elde ettikleri ganimetler disinda timar da verilen atli
kuvvetler, digeri de Osman Bey'in, ücretlerini gündelik olarak verdigi
sahsî askerlerdi. Bunlara Nöker deniyordu ki tamami hür insanlardan
meydana gelmisti. Orhan Gazi döneminde ise Yaya ve Müsellem adi ile yeni
ve devamli bir askerî birlik kurulmustu.
Bu bilgilerin isigi altinda konuya bakildigi zaman Osman ve Orhan
Bey'ler zamaninda Osmanli ordusu, üç gruptan tesekkül ediyordu.
Bunlardan biri asiret kuvvetleri, ikincisi Nöker adi verilen ve sonradan
"azab" adini alan sahsî askerler ki bir çesit hassa orduyu meydana
getiriyorlardi. Üçüncüsü de biraz önce kuruluslarindan bahs ettigimiz
Yaya ve Müselle ordusu idi.
Kurulus döneminden baslamak üzere Osmanli ordusu "Kara" ve "Deniz" olmak
üzere iki kisimdan ibaretti.
OSMANLI KARA ORDUSU
Ordu-u Hümâyun denilen Osmanli Kara Ordusu, genel olarak iki bölüme
ayrilmakta idi. Bunlardan biri "Kapikulu Askerleri" digeri de "Eyâlet
Askerleri" adini tasiyordu. Bu askerî birliklerin her biri, gördükleri
hizmetlere göre kendi içinde daha küçük kisimlara ayrilip ona göre
isimler aliyor. Bu isimler, ocak kelimesi ile bir terkip
olusturduklarindan ayrica bunlara "ocak" deniyordu. Ocag'in en büyük
subayina da "Ocak Agasi" adi veriliyordu.
KAPIKULU ASKERLERI
Kapikulu denilen bu askerî birlik, Selçuklular ve diger bazi devletlerde
oldugu gibi "Hassa Ordu"yu meydana getirmekteydi. Bu sinifa dâhil olan
askerler, devletten "Ulûfe" adiyla maas alirlardi. Burada "kapi"
kelimesinin kullanilmasi ve devletten maas alan askerlere de "Kapikulu"
askeri denmesinin sebebi, Kapi kelimesinden bizzat devletin
anlasilmasiydi. Zira eskiden beri dogu ülkelerinde isler, hükümdar
saraylarinin kapisinda görülürdü. Bu tabir, Kapi müdafaasinda bulunan
askerler için de kullanilmakla beraber sadece onlara hasr edilmeyen bir
kelimedir. Askerler için de bu kelime kullaniliyordu. Iste bu sebepten
dolayi devletten maas alan askerlere "Kapikulu askerleri" deniyordu.
Kapikulu askerleri baslangiçta devlet merkezinde bulunuyorlardi. Fakat
ülke genisleyip muhafazasi için hudud boylarinda kaleler insa edilince
oralarda da ikamet etmek mecburiyetinde kaldilar.
Osmanli Devleti, Rumeli taraflarinda fetihler yapip genislemeye
baslayinca devamli bir orduya ve daha fazla askere ihtiyaç hasil
olmustu. Bu da savaslarda esir alinan ve askerî sartlara uygun
hiristiyan çocuklarinin kisa bir müddet Türk terbiyesi ile
yetistirilerek yeni bir askerî sinifin meydana getirilmesiyle
karsilanmisti. Iste bu teskilât, Kapikulu ocaginin çekirdegini teskil
etmisti. Kapikulu askerleri iki gruba ayrilmaktadirlar. Bunlar:
1. Kapikulu Piyadesi
2. Kapikulu Süvarisi.
KAPIKULU PIYADESI
Osmanli Devleti'nin, merkez askerî teskilât, içinde yer alan Kapikulu
askerleri, Osmanli askerî teskilâtinin önemli bir bölümünü meydana
getiriyorlardi. Kapikulu piyadesi de kendi arasinda ayri gruplara
ayrilmisti.
ACEMI OCAGI
Osmanli askerî tarihinde, önemli yeri bulunan ve Kapikulu piyadesinin
mühim bir bölümünü teskil eden yeniçerilere mense' olan "Acemi ocagi",
Sultan Birinci Murad zamaninda Kadiasker Çandarli Kara Halil ile
Karaman'li Kara Rüstem'in tavsiyeleri sonucu ortaya çikmisti. Hoca
Saadeddin Efendi'nin bildirdigine göre bu uygulama, Sultan Birinci
Murad'in devr-i saltanatinda 763 (1361-62) tarihindeki Zagra'nin fethi
ile baslamistir. Devlet adina ve "Pencik" kanununa göre alinan esirler",
Yeniçeri ocagina asker yetistirmek için Gelibolu'da kurulmus bulunan
Acemi ocagina gönderiliyor ve yevmiye bir akça ücretle Gelibolu ile
Çardak arasinda isleyen at gemilerinde hizmet görüyorlardi. Bir müddet
sonra bunlar, Yeniçeri ocagina aliniyorlardi. Fakat bu esirler, firsat
buldukça kaçip memleketlerine gittikleri için bu sistem degistirildi.
Savaslarda esir edilen küçük yastaki Hiristiyan çocuklari, evvela
Anadolu'daki Türk köylülerinin yanina verilerek (Türk'e vermek) az bir
ücretle hizmet ettirilmeye baslandi.
Gerçi bu ocagin, Rumeli fatihi Süleyman Pasa zamaninda, bizzat kendisi
tarafindan savasta esir alinan Hiristiyan çocuklari ile basladigi
belirtilmekte ise de ocagin gerçek manada müesseselesmesi, yukarida
belirtilen sekilde olmustur.
Sözlük manasiyle beste bir demek olan "pencik" harplerde ele geçirilen
esirlerden, askerlikte kullanilmak üzere beste birinin alinmasi
demektir.
Islâm hukukunun ganimetlerle ilgili vaz' etmis oldugu prensiplerinden
dogmus olan "pencik", Osmanli Devleti'nin ilk kurulus yillarinda
uygulanmiyordu. Harpler sonunda ele geçen diger ganimetler gibi esirler
de gazilere taksim ediliyordu. Gaziler, hisselerine düsen esirleri,
Islâm hukuku geregince istedikleri sekilde istihdam edebiliyor, istihdam
yeri olmayan da onlari satabiliyordu.
Osmanlilarda Acemi oglani iki sekilde alinirdi. Bunlardan biri
savaslarda elde edilen erkek esirlerin beste birinden (pencik), digeri
de Osmanli vatandasi olan Hiristiyan çocuklardandi. Savaslarda elde
edilen esirlerin asker olarak alinmasiyle ilgili "Pencik Kanunu" tertib
edilmisti. Buna göre alinan esir oglanlara "Pencik Oglani" adi
verilmisti. Elde edilen bu esirler, "Pencikçi" denilen memur tarafindan
tesbit edilir, bunlardan on ila on yedi yaslari arasinda olan erkek
esirlerden vücutça kusursuz ve saglam olanlar devletçe üçyüz akça
karsiligi satin alinirdi. Böylece Acemi ocagina ilk efrad, Pencik kanunu
ile toplanmistir. Bu sistemin gelismesinde büyük ölçüde rolü bulunan
Kara Rüstem de Gelibolu'da Pencik vergisini (Resm-i Pencik) toplamakla
görevlendirilmisti.
Pencik oglanlarinin, Anadolu'daki Türk çiftçilerinin yanina verilmesi,
aradaki deniz sebebiyle kaçmalarina engel olmak içindi. Bununla beraber,
zaman zaman bazi esir çocuklarin Avrupa'ya kaçtigi görülüyordu.
Esirlerin, Türk çiftçilerinin yanina verilmesi ile ilgili kanun hakkinda
kaynaklarda farkli tarih ve zamanlar verilmektedir. Bu cümleden olarak
Sirpsindigi savasi, Edirne'nin fethi ve Bilecik tarafina yapilan ilk
akinlarda olduguna dair rivayetler bulunmaktadir.
Cüz'i bir ücretle Türk çiftçisinin yanina verilen Acemi oglanlarina çok
az bir ücretin verilmesi, onlarin "ben padisah kuluyum" deyip çiftlik
sahibine kafa tutmamasi içindi.
Acemi oglanlar, ziraat islerinde çalistirildiklari gibi kisa zamanda
Türkçe ile birlikte Islâm-Türk örf ve âdetlerini de ögreniyorlardi.
Böylece yeni hayata intibak ettikten sonra bir akça gündelikle "Acemi
Ocagi"na kayit ettiriliyorlardi. Burada bir müddet hizmet gördükten
sonra yevmiye iki akça karsiligi "Yeniçeri Ocagi"na gönderiliyorlardi.
Yildirim Bâyezid döneminin sonlarina kadar belirtilen sekilde devam eden
bu usûl, Ankara Savasi'ndan (1402) sonra fetihlerin durmasi ve iç
karisikliklarin bas göstermesi yüzünden büyük ölçüde tatbik edilemez
olmustu. Kapikulu ocaklarindaki kadro eksikligini gidermek için baska
bir çareye bas vurmak gerekiyordu. Bu sebeple Rumeli'ndeki Hiristiyan
tebeadan muayyen bir kanunla ve "Devsirme" ismiyle münasib sayida
Hiristiyan çocugu alinmasina karar verildi.
Daha önce de temas edildigi gibi Ankara Savasi'ndan sonra Osmanli
fetihleri durmus, bazi yerler Bizans ve Sirplara terk edilmislerdi.
Gerek Çelebi Mehmed zamaninda, gerekse oglu Sultan Ikinci Murad'in ilk
devirlerinde Rumeli'de fütuhat yapilamadigi için esirlerden istifade
edilememisti. Bunun üzerine Osmanlilardan önceki Türk ve Islâm
devletlerinde uygulanmamis olan yeni bir usûl ile devletin, Hiristiyan
tebeasi olan ve yaslan uygun çocuklarindan sadece bir tanesinin Osmanli
ordusuna alinmasi kararlastirildi. Böylece Hiristiyan vatandaslarin
çocuklarindan asker devsirmek için bir "Devsirme Kanunu" yürürlüge
konuldu. Bu yeni kanunla, bastan basa gayr-i müslim olan Rumeli halki,
tedrici surette müslümanlastirilacakti. Müslümanlastirilan bu insanlarla
da Osmanli ordusu kuvvetlenecekti. Böylece devlet, bu sayede Müslüman
nüfusunu koruma gibi bir hedefe de ulasmis oluyordu. Gerek Müslüman
nüfusu çogaltma, gerekse harplerde kendisinden istifade etme bakimindan
iki yönden faydali olan bu Devsirme kanunu , Pencik kanunu ile asker
almanin yerine geçmisti. Zaten Pencik kanunu da eski önemini kaybetmeye
baslamisti.
Devsirme kanunu geregi ihtiyaca göre üçbes senede ve bazan daha da uzun
bir sürede Hiristiyanlardan sekiz ila on sekiz ve bazan yirmi yas
arasindaki sihhatli ve kuvvetli çocuklardan Acemi Oglani alinmaya
basladi. Bununla beraber 14-18 yas arasindakiler tercih ediliyordu.
Önceleri Rumeli'de Arnavutluk, Yunanistan, Adalar ve Bulgaristan'dan,
daha sonra ise Sirbistan, Bosna-Hersek ve Macaristan'dan çocuk toplandi.
Bu durum, XV. Muhtelif hizmetlerde bulunan Acemilerin, Yeniçeri Ocagina
kayit ve kabullerine "Çikma" veya "Kapiya Çikma (bedergâh) denirdi.
Devsirme usûlü, kendi dönem ve zamanina göre iyi bir sonuç vermisti. Bu
sonuç hem Osmanlilar, hem de çocugu devsirilen aileler için faydali
olmustu. Osmanlilar açisindan faydali olmustu, zira o dönemin bitip
tükenmek bilmeyen harpleri, devamli surette insanlari yutan birer makine
haline gelmislerdi. Iste bu makinalarin zararlarini en aza indirebilmek
ve kendi Müslüman Türk nüfusunu koruyabilmek için devlet, gayri müslim
vatandaslarindan istifadeyi düsünmüstü. Böylece hem Islâm Türk
mefkûresinin daha genis sahalarda yayilmasini saglamak, hem de kendi
asil nüfusuna dokunmamak suretiyle azinliga düsmeyecekti. Devsirme
sistemi, çocugu devsirilenler bakimindan da faydali bir seydi, çünkü
onlar da çocuklarinin içinde bulunduklari mali sikintidan kurtulacagini
biliyorlardi. Muhtemelen çocuklari devlet kademelerinde vazife alir ve
yüksek bir mevkiye gelebilirdi. Bunun da kendileri için faydali olacagi
bir gerçekti. Bu sebepledir ki kaynaklar, pek çok Hiristiyan ailenin,
çocugunu devsirmeye verebilmek için adeta birbirleri ile yaristiklarini
kayd ederler. Hatta sadece Hiristiyan çocuklarinin devsirilmesi kanun
iken feth edildikten sonra halki Müslüman olan Bosna'dan da devsirilmek
suretiyle acemi oglani alinirdi. Zira bunu bizzat kendileri arzuluyordu.
Bilindigi üzere her saha ve konuda oldugu gibi devsirme sisteminde de
arzu edilmeyen bazi suistimallerin oldugu söylenebilir. Buna karsilik
devlet, gönderdigi memurlarinin kanunsuz hareketlerini önlemeye gayret
ediyordu. 9. Cemaziyelahir 973 (10 Ocak 1566) tarihinde Semendire Beyi
ile Ivraca Kadisina yazilan bir hükümde Acemi oglani devsirmeye giden
bir memurun hâne (ev) basina onar akça nal parasi vesair kanunsuz
paralar alip 5-10 yasindaki çocuklari önce alip sonra bin ve daha ziyade
akçaya tekrar babalarina sattigi bildirilmekle Yayabasilarindan Ferhad
gönderilip hakkiyla teftis olunmasi ve memurun esyasi arasinda bulunan
para, kumas vesair mühürlenip defterle merkeze gönderilmesi emr
edilmistir. Böylece devlet, bu ve benzeri haksizliklarin önüne geçmeyi,
adaletsizligi ortadan kaldirmayi istiyordu.
II. Yeniçeri Ocagi
Avrupa'da kurulan devamli ordudan bir asir önce vücuda getirilmis olan
Yeniçeri ordusu, Osmanli Devleti'nin ilk dönemlerinde dünyanin en
mükümmel ordusu haline getirilmisti. Bu ordu, teskilât ve disiplini ile
bu sifati tasimaya hak kazanmisti. Osmanli Devleti'ni kuran ve kisa bir
zamanda hududlari Rusya, Lehistan, Macar ovalan ile Viyana, Venedik
önlerine;
Iran, Arabistan ve Misir çöllerine kadar ***üren hükümdarlarin en büyük
dayanaklarindan biri bu ordu olmustur.
Piyade birligi olan Yeniçeri ocaginin, hangi tarihte ihdas edildigi
kesin olarak tesbit edilememekle birlikte bunun, Murad Hüdavendigâr
zamaninda yani on dördüncü asrin son yarisi içinde bir ocak halinde
kuruldugu söylenebilir. Bazi kaynaklarda bu kurulusun 1365 yili oldugu
söyleniyorsa da büyük bir ihtimalle bunun 1362 yilinda oldugudur. Türkçe
asker demek olan "Çeri" ile "yeni" kelimelerinin bir araya gelmesiyle
meydana gelen bu terim, Osmanli Devleti'nin merkezinde ve hükümdara
bagli bulunan yaya askeri için özel bir isim haline gelmistir. Haci
Bektas-i Veli ile hiç bir ilgisi olmamakla birlikte (Âsikpasazâde,
204-206) zamanla bu tarikata izafe edilerek Yeniçerilere "Taife-i
Bektasiye", ocaga da Bektasî ocagi denmistir.
Bu ocagin kurulus sebebi, mevcud askerin azligina ragmen, fetihlerin
çogalip sinirlarin genislemesi ve eldeki askerin de bu sinirlari
koruyamaz duruma gelme endisesi idi. Halbuki hem Rumeli'yi elde
tutabilmek hem de yeni fetihlerde bulunabilmek için devamli ve
hükümdarin emir komutasi altinda bir askerî birlige ihtiyaç vardi.
Benzer teskilâtlar, yani esirlerden istifade etme sistemi, daha önceki
Müslüman ve Müslüman Türk devletlerinde de vardi. Bu mânada
Osmanlilarin, Selçuklular ile Memluklulari örnek aldiklari
anlasilmaktadir.
Yeniçeriligin ilk kurulusunda, orduya bin kadar yeniçeri alinmisti.
Bunlarin her yüz kisisine komutan olarak daha önce Türklerden meydana
getirilen yaya askeri usûlüne uygun olarak bir "Yayabasi" tayin
edilmistir.
Ocak, XV. yüzyil ortalarina kadar yaya bölükleri veya daha sonra cemaat
adi verilen bir siniftan ibaret iken Fâtih Sultan Mehmed zamanindan
itibaren (1451 senesi), "Sekban" bölügünün de iltihakiyla iki sinif
haline gelmis. XVI. asir baslarinda ise "Aga" bölügü denilen üçüncü bir
kisim daha teskil edilmistir. Yaya bölükleri peyderpey artarak 101
bölüge kadar çikmistir. Aga bölükleri 61, Sekban bölükleri ise 34
rak***** kadar yükselmistir.
Yeniçeriler, baslarina börk ismi verilen beyaz keçeden bir baslik
giyerlerdi. Bunun arkasinda ise yatirtma denilen ve omuza kadar inen bir
parça yer almaktaydi. Yeniçeriler börklerini egri, subaylari da düz
giyerlerdi. Fâtih kanunnâmesinde belirtildigine göre yeniçeri taifesine
her yil beser zira' laciverd çuka ve otuz iki akça "yaka akçasi" ile her
birine basina sarmasi için altisar zir'a astar verilmesi hükmü
konmustu.
Her yeniçeri bölügüne "Orta" denirdi. Her ortanin da komutani olan ve
"Çorbaci" denilen bir subayi bulunurdu. Sekban ve Aga bölüklerinde bu
komutana "Bölükbasi" denirdi. Yeniçeri ocaginin en büyük komutani
"Yeniçeri Agasi" idi. Yeniçeri Agasi, ocagin kurulusundan 1451 senesine
kadar .ocaktan tayin edilirken bu tarihten sonra Sekbanbasilardan tayin
edilmeye baslandi. Bununla beraber bu kanun daha sonra degistirilerek
ocagin disindan olan kimseler de tayin edilmistir. Yeniçeri Agasi,
Yeniçeri Ocagi ile Acemi Ocagi islerinden sorumlu idi. Bundan baska
Istanbul'un asayisi ile de ilgilenir ve yaninda bulunan bir heyetle kol
dolasip güvenligi saglardi. Bu sebeple hükümdarlar, bunlarin güvenilir
ve sadik kimselerden olmasina dikkat ederlerdi. Yeniçeri Agalarinin azil
ve tayini 1593'e kadar dogrudan padisah tarafindan gerçeklestirilirken,
bu tarihten itibaren veziriazamlara intikal etmistir.
Yeniçeri Ocagi'nin en büyük komutani olan Yeniçeri Agasi'ndan baska
Sekbanbasi, Ocak Kethüdasi veya Kul Kethüdasi, Zagarcibasi, Turnacibasi,
Muhzir Aga ve Bas çavus ta ocagin büyüklerindendi. Bunlardan baska bir
de "Yeniçeri Efendisi" denilen ocak kâtibi vardi.
Yeniçeriler, maaslarini (ulûfe) üç ayda bir alirlardi. Bu konuda ocagin
en büyük âmiri olan Yeniçeri Agasi ile herhangi bir nefer arasinda fark
yoktu. Onun için Yeniçeri Agasi da bu ulûfe isine dahil edilirdi. Ulûfe,
pâdisahin nezâretinde büyük bir merasimle her ortaya torbalar halinde
tevzi edilirdi. Hicrî kamerî takvime göre dagitilan ulûfenin Sali günü
verilmesi kanundu.
XVI. asra kadar devsirmeden toplananlardan baskasi katilamazken 990
(1582) senesinde Sultan III. Murad (1574-1595)'in, sehzadesi Mehmed için
tertiplenen sünnet dügününe katilan bir sürü canbaz, hokkabaz ve
oyuncunun mükafat olarak bu ocaga kayd olmalari, ocagin yavas yavas
bozulmasina sebep olmustu. Devletin kurulusundan kisa bir müddet sonra
teskil edilen Yeniçeri Ocagi, belirtilen olaydan sonra hariçten
insanlarin ocaga girmesiyle bozulmaya yüz tutmustu. Çünkü, egitimsiz ve
basibos kimselerin ocaga girmeleriyle bu askerî teskilât, dogrudan
siyasete katilan, devlet adamlarini tayin veya azlettiren, padisahlari
tahttan indiren veya tahta çikaran bir kuvvet halini almisti. Gerçekten
de onlarin zorbaliklarini ve yaptiklari kötülüklere isaret eden (1826)
tarihli bir hüküm Istanbul Kadisina gönderilmistir. Bu hükümde söyle
denilmektedir: "Allah'a, Peygambere ve sizden olan ûlu'l-emre
itaatediniz" âyet-i kerimesi muktezasinca kaffe-i mü'min ve muvahhid
olanlar, emr-i ulu'l-emre itaat ve inkiyad ile me'mur olup bir müddetten
beri Yeniçeri nâmina olan eskiya makulesi, hilâf-i ser'-i serif,
daire-i itattan huruc ederek fürce bulmasi cihetiyle gerek memâlik-i
mahrûsede ve gerek dâri's-saltanat-i seniyede her bir sey çigirindan
çikmis ve ol makule esrar-i nâsin garazlari olan mel'aneti icra zimninda
her bir seye müdahele daiyesine düsmelerinden nasi, Ümmet-i Muhammed'in
mal ve canlarindan emniyetleri kalmayip rahatlarina halel gelerek
bayagi alis verislerine varinca fesada varmis..." Bu hükümde de açikça
görüldügü ve yukarida belirtildigi gibi Yeniçeri askeri her seye
müdahele eder olmus. Buna karsilik gerçek vazifesi olan askerligi
tamamiyle unutur olmustu. Zira onlar, askerlik yerine esnaflikla
ugrasiyorlardi. XVII ve XVIII. asirlarda *** *** ayaklanmislardi. Bunun
üzerine ocak, "Vak'a-i Hayriye" diye isimlendirilecek olan bir karar ve
hareketle 15 Haziran 1826'da Sultan Ikinci Mahmud tarafindan lagv
edilerek ortadan kaldirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://turkyildizlari.forummum.com
Mareşal
Forum Kurucusu
Forum Kurucusu
Mareşal


Mesaj Sayısı : 293
Kayıt tarihi : 21/03/10
Nerden : Türkiye

Osmanlı Devleti Hakkında Herşey. Empty
MesajKonu: Geri: Osmanlı Devleti Hakkında Herşey.   Osmanlı Devleti Hakkında Herşey. I_icon_minitimePtsi Nis. 05, 2010 7:17 pm

Askeri Teşkilat

Bir toplumun "devlet" haline gelebilmesi, onun varligina vücud veren
halk ve idarecilerin "bagimsizlik" (istiklâl) kavramini tanimalari ile
mümkündür. Bu tanima, sadece fikir ve düsüncede kalmayip fiilen tatbik
edilmelidir. Bu da belli sinirlari koruyacak olan "askerî güç" denilen
bir sinifin mevcudiyeti ile gerçeklesir. Disiplinli ve sistemli hareket
eden bir askerî gücün ifade ettigi mâna çok iyi bilindiginden, tarihte
üne kavusmus bütün büyük devletler, bu konu ve teskilât üzerinde
hassasiyetle durarak onu muhafazaya çalismislardir.
Disiplinli ve devamli bir ordunun teskili fikrinden hareketle sarf
edilen çabalar, milletlerin kendi bünyeleri, bulunduklari cografî ortam
ve zamanlarina göre degisik olagelmistir. Bu sebepledir ki, hayatlarini
ziraî ürünlerle kazanan milletler gibi topraga siki sikiya bagli olmayan
göçebe Türklerin hayatlarinda hayvanlarinin büyük rolü vardi. Bu,
onlarin daha disiplinli hareket etmesini sagliyordu. Keza bu, onlarin
harp disiplin, oyun ve usûllerine alismalarina da yardimci oluyordu.
Nitekim sonbaharda yapilan büyük sürek avlarinin sebepleri, bu önemli
gerçek içinde yatiyordu. Uygurlarin birçok aile ve boylarinin bir araya
gelerek yaptiklari bu sürek avlari, Göktürkler'de oldugu gibi bir çesit
savas egitimi idi. Ekonomi, devlet ve ordu idaresi, askerî bilgi ve
eglence bu bahanelerle tatbikat sahasina konuyor, yasaniyor ve
deneniyordu.
Ortaasya'li atli kavimlerin hayatlarinin en önde gelen özelligi, hareket
halinde olma idi. Fertlerin bu hareketli hayati, topluma da bir
dinamizm veriyordu. Bu hareket ve canliligin sonucu olsa gerek ki, Islâm
öncesi Türklerinde hakim bulunan anlayisa göre "kendileri bir kurt,
düsmanlari da bir koyun sürüsü idi." Türklerdeki bu dinamizm, Müslaman
olduktan sonra daha bir kuvvetle devam etmis görünmektedir. Zira onlar,
tarihî kültürlerinin bir mirasi olarak devam ettiregeldikleri bu
anlayisi, Islâm'in "cihâd" ve "sehidlik" motifleri ile
birlestirmislerdi.
Düsmanlarina karsi yaniltma, ani hücum ve sizma gibi taktikleri ile
taninan Türklerin, Müslüman Arap ordulari içinde yer almalarindan
sonradir ki, Islâm ordulari genis bir cografî mekânda yayilma imkânini
buldular. Miislüman Türk askerlerinin Islâm ordusundaki durumundan bahs
eden bir arastirici sunlari söylemektedir:
"Bazen uygulanan usûl de yürüyüs halinde olan düsman hatlarini tuzaga
düsürmek veya hemen girisilen muharebe ile anlari, önceden hazirlanmis
tuzak bölgelerine çekmek idi. Bu taktikteki büyük avantaj, saf nizaminda
hücuma alismis Arap süvarileri için pek söz konusu degilse de, âni
hücum, yaniltici çekilme, kanatlara sizma, her taraftan ok yagdirma ve
hücumu sür'atle tekrarlamada mâhir Türkler içindi."
Tarih sahnesinde görünen birçok millet, askerî güç olarak ifade
ettigimiz devamli ve disiplinli orduyu ayakta tutup kendisinden istifade
edebilmek için çesitli çarelere bas vurmustur. Bu meyanda, harplerin
sebep oldugu nüfus azalmasini bir dereceye kadar ortadan kaldirmak için
galiplerin, maglup olan toplumlarin çocuklarindan yararlandigi da
görülmektedir. Osmanlilarin da bas vurdugu bu sistem, onlarin basarili
sonuçlar almalarina sebep olmustur.
Özellikle kurulus ve daha sonraki dönemlerde kullanilan sistemler ile
ordunun sahip oldugu disiplin, Osmanli ordusunu basarili bir hale
getiriyordu. Batida bulunan Hiristiyan devletlerce de farkina varilan bu
duruma isaret eden bir seyyahin su sözlerine dikkat çeken Gibbons, o
seyyahin ifadesini söyle nakleder:
"Osmanlilar, daha önceden Hiristiyan ordularinin ne vakit geleceklerini
ve kendileri ile çatisma için müsait yerin neresi oldugunu bilirler.
Çünkü bunlar, daima seferber bir halde idiler. Çavuslari ve casuslari,
kuvvetleri nasil ve nereye sevk etmek lazim geldigini biliyorlardi.
Bunlar, birdenbire harekete geçebilirlerdi. Yüz Hiristiyan askeri, on
bin Osmanlidan daha fazla gürültü yapiyordu. Trampet bir defa vurdu mu,
derhal yürüyüse baslarlar, adimlarini kat'iyyen yavaslatmaz ve yeni bir
komut verilinceye kadar kat'iyyen durmazlardi. Hafif techizatli
olduklari için Hiristiyan mühasimlarinin üç günde kat edemedikleri
mesafeyi bir gece içinde kat ederlerdi."
Pek çok müessesede oldugu gibi, kendinden önceki Müslüman ve
MüslümanTürk devletlerinin teskilatlarindan yararlanmis bulunan
Osmanlilar, bu uygulamayi askerî sahada da gösteriyorlardi. Gerçekten,
Osmanli askerî teskilâtinin, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Ilhanli
ve Memlûk askerî teskilâtlan ile benzerlik arz etmesi, bu ifadelerin
dogrulugunu ortaya koymaktadir. Bununla beraber biz, daha açik bir fikir
vermesi bakimindan B. Selçuklu askerî teskilâtindan kisaca ve ana
hatlari ile bahs etmek istiyoruz.
Özellikle Alp Arslan ve oglu Meliksah dönemlerinde devrinin en büyük
askerî gücü haline gelen Selçuklu ordusu, günümüzün Milli Savunma
Bakanligi durumundaki "Divan-i Arizu'l-Ceys" denilen bir teskilât
tarafindan idare ediliyordu. Büyük Selçuklu ordusu, çesitli kavimlerden
alinarak hususi saray terbiyesi ile yetistirilmis, tören, usûl ve
protokolü bilen ve dogrudan dogruya Sultana bagli bulunan "Gulaman-i
saray", en seçkin komutanlarin egitimi altinda her an emre hazir
bekleyen "Hassa ordu" su ile melik, vali, vezir gibi ileri gelen devlet
büyüklerinin askerleri ve tabi hükümetlerin askerlerinden kurulu idi.
Isimleri "Divan defteri"nde yazili bulunan "Gulaman-i saray" efradi,
yilda dört maas (bistgâni) alirdi. Devletin esas askerî gücünü teskil
eden, harplere katilan ve düsmana agir darbeler indiren "Hassa ordu"su
askeri de maasliydi. Ayrica vezir Nizamülmülk (öl. 485/1092) vâsitasiyle
daha küçük parçalara bölünen askerî iktalarda, geçimini arazi
gelirlerinden temin eden ve her zaman harbe hazir kalabalik bir süvari
kuvveti (sipahiyan) de vardi. Bu sâyede Selçuklu Devleti, büyük bir
askerî kuvvet bulundurma imkânina sahip olmustu. Buna karsilik
Gazneliler ile Büveyhîler döneminde askere ikta degil maas veriliyordu.
Sikisik durum ve zamanlarda, devletin bu maaslari ödeyemedigi oluyordu.
Böyle durumlarda komutanlar, vilayetlerin vergilerini kendi nâm ve
hesaplarina topluyorlardi. Halkla aralarinda bir menfaat birligi
olmadigindan askerin faaliyetleri, zaman zaman vilayetlerin harab
olmasina kadar variyordu. Halbuki askerî iktalar sayesinde Büyük
Selçuklu Devleti 400 bin, Türkiye Selçuklulari da 100 bin kisilik bir
orduya sahip bulunuyorlardi.
OSMANLILARIN ILK ASKERI TESKILÂTI
Bizans Imparatolugu'nun hududlarinda bulunan ve Osman Gazi'ye bagli olan
Türk asiretleri atli idiler. O dönemin iklim, harp, teknoloji ve siyasi
sartlarina göre bu gerekliydi. Bu sebeple Osman Bey zamaninda harplere
istirak edip fetih yapanlar bu asiret kuvvetleri idi. Asiret kuvvetleri,
baslarinda serdarlari olmak üzere Osman Bey'in hizmetine giriyor,
fetihlerin sonunda ganimetlerden pay aliyor ve zapt edilen topraklardan
yerlesme hakki elde ediyorlardi. Topraga yerlesen Türkmenler, tasarruf
ettikleri (kullandiklar) yer karsiliginda Osman Gazi'ye tabi
oluyorlardi. Timarlarinin gerektirdigi sayida atli askeri de savasa
gönderiyorlardi. Osman Bey, uç beyi olduktan sonra kendisi ile yakin
çevresini koruyan ve yevmiye hesabi ile ücret alan askerlerin sayisini
artirdi. Bunlar, Selçuklular'da oldugu gibi "Kul" veya "Nöker" adi ile
aniliyorlardi. Ulûfeli askerlerin sayisi, beyligin gücü ile orantili
olarak artiyordu. Bu bakimdan beyligin sinirlari genisledikçe Osman
Bey'in kapisindaki kul sayisi da artiyordu.
Osman Bey zamaninda, beyligin kuvvetleri, hizmetleri karsiligi
ganimetten hisse alan ve feth edilen yerlere atli asker vermek sartiyla
yerlesen Türkmen kuvvetleri ile ücretleri gündelik olarak ödenen Osman
Bey'in sahsî askerlerinden ibaretti. Nöker veya Kul adini tasiyan bu
askerler, fetih hareketlerinde henüz etkin rol oynayacak sayiya
ulasmamislardi.
Asiret kuvvetleri ile ulûfeli askerler, ilk zamanlarda yeterli oldularsa
da fetihler çogaldikça sayi olarak kifayet etmemeye basladilar. Bu
bakimdan Osman Bey, fetihlere devam edebilmek için dinamik eleman
arayisina baslama ihtiyacini duydu. Bundan sonra ihtiyaç hasil oldugu
zaman Sögüt, Karacasehir, Eskisehir ve Bilecik dolaylarindaki köylerde
oturan ve tarimla ugrasan Türk köylülerinden yararlanmaya karar verdi.
Atli olan asiret birlikleri, özellikle kale muhasaralarinda fazla
tesirli olamiyorlardi. Bundan baska fetihler sonucu arazi genisleyip
birçok gayr-i müslimin, devletin vatandasi durumuna gelmesi ve
muhasaralarin uzamasi üzerine asiret kuvvetleri, istenilen zamanda
istenilen yere ulasamiyorlardi. Bu sebeple Orhan Bey döneminde yeni ve
devamli bir askerî birlige ihtiyaç duyuldu.
YAYA VE MÜSELLEMLER
Osman Bey'in ölümünden kisa bir süre sonra, beyligin sinirlarinin
genislemesi ve kisa bir gelecekte, daha bir genislemeye namzed olmasi,
Orhan Bey'i askerî, malî ve idarî düzenlemeler yapmak zorunda birakti.
Gerçekten de beylik çerçevesinden çikip güçlü bir devlet haline gelmek
için, düzenli bir orduya ihtiyaç vardi. Orhan Bey de bu görüsten
hareketle önce orduyu ele aldi.
Orhan Bey'in saltanatinin ilk yillarinda askerî kuvvetler, Osman Bey
zamanindan pek farkli degildi. Fetihler arttikça topraga yerlesen
Türkmenlerin sayisi artmis, buna bagli olarak timarli sipahî sayisi da
çogalmisti. Kul veya Nöker denilen sinif, Osman Bey zamaninda oldugu
gibi yine ulûfe aliyordu.
Fetihlerin devami için zarurî olan ordunun organizasyonu, yani, ilk
düzenli birlikler, Bursa'nin fethinden sonra ve Iznik'in fethinden önce
Vezir Alaeddin Pasa ile Bursa Kadisi Çandarli Kara Halil'in (öl. 1387)
teklifleri dogrultusunda yapilmisti. Buna göre devamli surette savasa
hazir yaya ve atli bir kuvvetin bulundurulmasi gerekiyordu. Bu maksatla
Türk gençlerinden meydana getirilen bu ordunun atsiz askerine "Yaya",
atli askerine de "Müsellem" adi verildi. Alaeddin Pasa'ya göre askerî
sinifa mensub olan kimseler ile vezirler, özel bir kiyafet giyerek
halktan ayird edilmeliydi. Bu sebeple, bunlarin giyecekleri elbise ve
baslarinda tasiyacaklari sarigin renk ve biçimi tesbit edildi. Buna göre
bunlar "Ak börk" giyeceklerdi. Böylece tasradaki timarli sipahilerden
de ayrilacaklardi.
Türk gençlerinden kurulan ve her biri bin kisi olan bu askerî birligin
efradi. Çandarli Kara Halil tarafindan seçilmisti. Asikpasazâde'nin
ifadesine göre birçok kisi "Yaya" yazilmak için Çandarli Kara Halil'e
müracaat etmisti. Savas zamaninda bu gençlere önce birer, daha sonra da
ikiser akça gündelik verilmesi kararlastirildi. Savas olmadigi
zamanlarda da ziraat yapmak üzere kendilerine toprak tahsis edildi.
Bunlar, vergilerden muaf tutuldular. Orhan Bey zamaninda hassa ordusu
sayilan yaya ve müsellemler, kaç sancak varsa o kadar yaya ve atli
sancaga bölünerek basina sancakbeyi tayin edildi. Yaya denilen piyade
sinifinin her on kisisi için bir bas (onbasi), her yüz kisiye de daha
büyük bir bas (yüzbasi) tayin edilmisti. Müsellem adi verilen atli
birligin her otuz kisisi bir "Ocak" meydana getiriyordu. XV. yüzyil
ortalarina kadar fiilen silahli hizmette bulunmus olan bu Yaya ve
Müsellemler, Kapikulu ocaklarinin kurulup gelismesiyle yerlerini onlara
terk ettiler. Daha sonra Rumeli'deki Yürükler, Canbazlar ve Tatarlarin
katilmasiyla Osmanli askerî teskilâtinin geri hizmet sinifini meydana
getirdiler. Bu sinif, köprü
yapimi, yol insaati, kale tamir ve yapimi ile hendek kazimi gibi
islerde kullanildi.
Görüldügü gibi Osmanli Devleti'nin ilk döneminde, yani Osman Bey
zamaninda beyligin kuvvetleri iki kisimdan ibaret bulunuyordu. Bunlardan
biri, Türkmen asiretlerinden saglanan ve kendilerine hizmetleri
karsiliginda elde ettikleri ganimetler disinda timar da verilen atli
kuvvetler, digeri de Osman Bey'in, ücretlerini gündelik olarak verdigi
sahsî askerlerdi. Bunlara Nöker deniyordu ki tamami hür insanlardan
meydana gelmisti. Orhan Gazi döneminde ise Yaya ve Müsellem adi ile yeni
ve devamli bir askerî birlik kurulmustu.
Bu bilgilerin isigi altinda konuya bakildigi zaman Osman ve Orhan
Bey'ler zamaninda Osmanli ordusu, üç gruptan tesekkül ediyordu.
Bunlardan biri asiret kuvvetleri, ikincisi Nöker adi verilen ve sonradan
"azab" adini alan sahsî askerler ki bir çesit hassa orduyu meydana
getiriyorlardi. Üçüncüsü de biraz önce kuruluslarindan bahs ettigimiz
Yaya ve Müselle ordusu idi.
Kurulus döneminden baslamak üzere Osmanli ordusu "Kara" ve "Deniz" olmak
üzere iki kisimdan ibaretti.
OSMANLI KARA ORDUSU
Ordu-u Hümâyun denilen Osmanli Kara Ordusu, genel olarak iki bölüme
ayrilmakta idi. Bunlardan biri "Kapikulu Askerleri" digeri de "Eyâlet
Askerleri" adini tasiyordu. Bu askerî birliklerin her biri, gördükleri
hizmetlere göre kendi içinde daha küçük kisimlara ayrilip ona göre
isimler aliyor. Bu isimler, ocak kelimesi ile bir terkip
olusturduklarindan ayrica bunlara "ocak" deniyordu. Ocag'in en büyük
subayina da "Ocak Agasi" adi veriliyordu.
KAPIKULU ASKERLERI
Kapikulu denilen bu askerî birlik, Selçuklular ve diger bazi devletlerde
oldugu gibi "Hassa Ordu"yu meydana getirmekteydi. Bu sinifa dâhil olan
askerler, devletten "Ulûfe" adiyla maas alirlardi. Burada "kapi"
kelimesinin kullanilmasi ve devletten maas alan askerlere de "Kapikulu"
askeri denmesinin sebebi, Kapi kelimesinden bizzat devletin
anlasilmasiydi. Zira eskiden beri dogu ülkelerinde isler, hükümdar
saraylarinin kapisinda görülürdü. Bu tabir, Kapi müdafaasinda bulunan
askerler için de kullanilmakla beraber sadece onlara hasr edilmeyen bir
kelimedir. Askerler için de bu kelime kullaniliyordu. Iste bu sebepten
dolayi devletten maas alan askerlere "Kapikulu askerleri" deniyordu.
Kapikulu askerleri baslangiçta devlet merkezinde bulunuyorlardi. Fakat
ülke genisleyip muhafazasi için hudud boylarinda kaleler insa edilince
oralarda da ikamet etmek mecburiyetinde kaldilar.
Osmanli Devleti, Rumeli taraflarinda fetihler yapip genislemeye
baslayinca devamli bir orduya ve daha fazla askere ihtiyaç hasil
olmustu. Bu da savaslarda esir alinan ve askerî sartlara uygun
hiristiyan çocuklarinin kisa bir müddet Türk terbiyesi ile
yetistirilerek yeni bir askerî sinifin meydana getirilmesiyle
karsilanmisti. Iste bu teskilât, Kapikulu ocaginin çekirdegini teskil
etmisti. Kapikulu askerleri iki gruba ayrilmaktadirlar. Bunlar:
1. Kapikulu Piyadesi
2. Kapikulu Süvarisi.
KAPIKULU PIYADESI
Osmanli Devleti'nin, merkez askerî teskilât, içinde yer alan Kapikulu
askerleri, Osmanli askerî teskilâtinin önemli bir bölümünü meydana
getiriyorlardi. Kapikulu piyadesi de kendi arasinda ayri gruplara
ayrilmisti.
ACEMI OCAGI
Osmanli askerî tarihinde, önemli yeri bulunan ve Kapikulu piyadesinin
mühim bir bölümünü teskil eden yeniçerilere mense' olan "Acemi ocagi",
Sultan Birinci Murad zamaninda Kadiasker Çandarli Kara Halil ile
Karaman'li Kara Rüstem'in tavsiyeleri sonucu ortaya çikmisti. Hoca
Saadeddin Efendi'nin bildirdigine göre bu uygulama, Sultan Birinci
Murad'in devr-i saltanatinda 763 (1361-62) tarihindeki Zagra'nin fethi
ile baslamistir. Devlet adina ve "Pencik" kanununa göre alinan esirler",
Yeniçeri ocagina asker yetistirmek için Gelibolu'da kurulmus bulunan
Acemi ocagina gönderiliyor ve yevmiye bir akça ücretle Gelibolu ile
Çardak arasinda isleyen at gemilerinde hizmet görüyorlardi. Bir müddet
sonra bunlar, Yeniçeri ocagina aliniyorlardi. Fakat bu esirler, firsat
buldukça kaçip memleketlerine gittikleri için bu sistem degistirildi.
Savaslarda esir edilen küçük yastaki Hiristiyan çocuklari, evvela
Anadolu'daki Türk köylülerinin yanina verilerek (Türk'e vermek) az bir
ücretle hizmet ettirilmeye baslandi.
Gerçi bu ocagin, Rumeli fatihi Süleyman Pasa zamaninda, bizzat kendisi
tarafindan savasta esir alinan Hiristiyan çocuklari ile basladigi
belirtilmekte ise de ocagin gerçek manada müesseselesmesi, yukarida
belirtilen sekilde olmustur.
Sözlük manasiyle beste bir demek olan "pencik" harplerde ele geçirilen
esirlerden, askerlikte kullanilmak üzere beste birinin alinmasi
demektir.
Islâm hukukunun ganimetlerle ilgili vaz' etmis oldugu prensiplerinden
dogmus olan "pencik", Osmanli Devleti'nin ilk kurulus yillarinda
uygulanmiyordu. Harpler sonunda ele geçen diger ganimetler gibi esirler
de gazilere taksim ediliyordu. Gaziler, hisselerine düsen esirleri,
Islâm hukuku geregince istedikleri sekilde istihdam edebiliyor, istihdam
yeri olmayan da onlari satabiliyordu.
Osmanlilarda Acemi oglani iki sekilde alinirdi. Bunlardan biri
savaslarda elde edilen erkek esirlerin beste birinden (pencik), digeri
de Osmanli vatandasi olan Hiristiyan çocuklardandi. Savaslarda elde
edilen esirlerin asker olarak alinmasiyle ilgili "Pencik Kanunu" tertib
edilmisti. Buna göre alinan esir oglanlara "Pencik Oglani" adi
verilmisti. Elde edilen bu esirler, "Pencikçi" denilen memur tarafindan
tesbit edilir, bunlardan on ila on yedi yaslari arasinda olan erkek
esirlerden vücutça kusursuz ve saglam olanlar devletçe üçyüz akça
karsiligi satin alinirdi. Böylece Acemi ocagina ilk efrad, Pencik kanunu
ile toplanmistir. Bu sistemin gelismesinde büyük ölçüde rolü bulunan
Kara Rüstem de Gelibolu'da Pencik vergisini (Resm-i Pencik) toplamakla
görevlendirilmisti.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://turkyildizlari.forummum.com
Mareşal
Forum Kurucusu
Forum Kurucusu
Mareşal


Mesaj Sayısı : 293
Kayıt tarihi : 21/03/10
Nerden : Türkiye

Osmanlı Devleti Hakkında Herşey. Empty
MesajKonu: Geri: Osmanlı Devleti Hakkında Herşey.   Osmanlı Devleti Hakkında Herşey. I_icon_minitimePtsi Nis. 05, 2010 7:18 pm


Pencik oglanlarinin, Anadolu'daki Türk
çiftçilerinin yanina verilmesi, aradaki deniz sebebiyle kaçmalarina
engel olmak içindi. Bununla beraber, zaman zaman bazi esir çocuklarin
Avrupa'ya kaçtigi görülüyordu. Esirlerin, Türk çiftçilerinin yanina
verilmesi ile ilgili kanun hakkinda kaynaklarda farkli tarih ve zamanlar
verilmektedir. Bu cümleden olarak Sirpsindigi savasi, Edirne'nin fethi
ve Bilecik tarafina yapilan ilk akinlarda olduguna dair rivayetler
bulunmaktadir.
Cüz'i bir ücretle Türk çiftçisinin yanina verilen Acemi oglanlarina çok
az bir ücretin verilmesi, onlarin "ben padisah kuluyum" deyip çiftlik
sahibine kafa tutmamasi içindi.
Acemi oglanlar, ziraat islerinde çalistirildiklari gibi kisa zamanda
Türkçe ile birlikte Islâm-Türk örf ve âdetlerini de ögreniyorlardi.
Böylece yeni hayata intibak ettikten sonra bir akça gündelikle "Acemi
Ocagi"na kayit ettiriliyorlardi. Burada bir müddet hizmet gördükten
sonra yevmiye iki akça karsiligi "Yeniçeri Ocagi"na gönderiliyorlardi.
Yildirim Bâyezid döneminin sonlarina kadar belirtilen sekilde devam eden
bu usûl, Ankara Savasi'ndan (1402) sonra fetihlerin durmasi ve iç
karisikliklarin bas göstermesi yüzünden büyük ölçüde tatbik edilemez
olmustu. Kapikulu ocaklarindaki kadro eksikligini gidermek için baska
bir çareye bas vurmak gerekiyordu. Bu sebeple Rumeli'ndeki Hiristiyan
tebeadan muayyen bir kanunla ve "Devsirme" ismiyle münasib sayida
Hiristiyan çocugu alinmasina karar verildi.
Daha önce de temas edildigi gibi Ankara Savasi'ndan sonra Osmanli
fetihleri durmus, bazi yerler Bizans ve Sirplara terk edilmislerdi.
Gerek Çelebi Mehmed zamaninda, gerekse oglu Sultan Ikinci Murad'in ilk
devirlerinde Rumeli'de fütuhat yapilamadigi için esirlerden istifade
edilememisti. Bunun üzerine Osmanlilardan önceki Türk ve Islâm
devletlerinde uygulanmamis olan yeni bir usûl ile devletin, Hiristiyan
tebeasi olan ve yaslan uygun çocuklarindan sadece bir tanesinin Osmanli
ordusuna alinmasi kararlastirildi. Böylece Hiristiyan vatandaslarin
çocuklarindan asker devsirmek için bir "Devsirme Kanunu" yürürlüge
konuldu. Bu yeni kanunla, bastan basa gayr-i müslim olan Rumeli halki,
tedrici surette müslümanlastirilacakti. Müslümanlastirilan bu insanlarla
da Osmanli ordusu kuvvetlenecekti. Böylece devlet, bu sayede Müslüman
nüfusunu koruma gibi bir hedefe de ulasmis oluyordu. Gerek Müslüman
nüfusu çogaltma, gerekse harplerde kendisinden istifade etme bakimindan
iki yönden faydali olan bu Devsirme kanunu , Pencik kanunu ile asker
almanin yerine geçmisti. Zaten Pencik kanunu da eski önemini kaybetmeye
baslamisti.
Devsirme kanunu geregi ihtiyaca göre üçbes senede ve bazan daha da uzun
bir sürede Hiristiyanlardan sekiz ila on sekiz ve bazan yirmi yas
arasindaki sihhatli ve kuvvetli çocuklardan Acemi Oglani alinmaya
basladi. Bununla beraber 14-18 yas arasindakiler tercih ediliyordu.
Önceleri Rumeli'de Arnavutluk, Yunanistan, Adalar ve Bulgaristan'dan,
daha sonra ise Sirbistan, Bosna-Hersek ve Macaristan'dan çocuk toplandi.
Bu durum, XV. Muhtelif hizmetlerde bulunan Acemilerin, Yeniçeri Ocagina
kayit ve kabullerine "Çikma" veya "Kapiya Çikma (bedergâh) denirdi.
Devsirme usûlü, kendi dönem ve zamanina göre iyi bir sonuç vermisti. Bu
sonuç hem Osmanlilar, hem de çocugu devsirilen aileler için faydali
olmustu. Osmanlilar açisindan faydali olmustu, zira o dönemin bitip
tükenmek bilmeyen harpleri, devamli surette insanlari yutan birer makine
haline gelmislerdi. Iste bu makinalarin zararlarini en aza indirebilmek
ve kendi Müslüman Türk nüfusunu koruyabilmek için devlet, gayri müslim
vatandaslarindan istifadeyi düsünmüstü. Böylece hem Islâm Türk
mefkûresinin daha genis sahalarda yayilmasini saglamak, hem de kendi
asil nüfusuna dokunmamak suretiyle azinliga düsmeyecekti. Devsirme
sistemi, çocugu devsirilenler bakimindan da faydali bir seydi, çünkü
onlar da çocuklarinin içinde bulunduklari mali sikintidan kurtulacagini
biliyorlardi. Muhtemelen çocuklari devlet kademelerinde vazife alir ve
yüksek bir mevkiye gelebilirdi. Bunun da kendileri için faydali olacagi
bir gerçekti. Bu sebepledir ki kaynaklar, pek çok Hiristiyan ailenin,
çocugunu devsirmeye verebilmek için adeta birbirleri ile yaristiklarini
kayd ederler. Hatta sadece Hiristiyan çocuklarinin devsirilmesi kanun
iken feth edildikten sonra halki Müslüman olan Bosna'dan da devsirilmek
suretiyle acemi oglani alinirdi. Zira bunu bizzat kendileri arzuluyordu.
Bilindigi üzere her saha ve konuda oldugu gibi devsirme sisteminde de
arzu edilmeyen bazi suistimallerin oldugu söylenebilir. Buna karsilik
devlet, gönderdigi memurlarinin kanunsuz hareketlerini önlemeye gayret
ediyordu. 9. Cemaziyelahir 973 (10 Ocak 1566) tarihinde Semendire Beyi
ile Ivraca Kadisina yazilan bir hükümde Acemi oglani devsirmeye giden
bir memurun hâne (ev) basina onar akça nal parasi vesair kanunsuz
paralar alip 5-10 yasindaki çocuklari önce alip sonra bin ve daha ziyade
akçaya tekrar babalarina sattigi bildirilmekle Yayabasilarindan Ferhad
gönderilip hakkiyla teftis olunmasi ve memurun esyasi arasinda bulunan
para, kumas vesair mühürlenip defterle merkeze gönderilmesi emr
edilmistir. Böylece devlet, bu ve benzeri haksizliklarin önüne geçmeyi,
adaletsizligi ortadan kaldirmayi istiyordu.
II. Yeniçeri Ocagi
Avrupa'da kurulan devamli ordudan bir asir önce vücuda getirilmis olan
Yeniçeri ordusu, Osmanli Devleti'nin ilk dönemlerinde dünyanin en
mükümmel ordusu haline getirilmisti. Bu ordu, teskilât ve disiplini ile
bu sifati tasimaya hak kazanmisti. Osmanli Devleti'ni kuran ve kisa bir
zamanda hududlari Rusya, Lehistan, Macar ovalan ile Viyana, Venedik
önlerine;
Iran, Arabistan ve Misir çöllerine kadar ***üren hükümdarlarin en büyük
dayanaklarindan biri bu ordu olmustur.
Piyade birligi olan Yeniçeri ocaginin, hangi tarihte ihdas edildigi
kesin olarak tesbit edilememekle birlikte bunun, Murad Hüdavendigâr
zamaninda yani on dördüncü asrin son yarisi içinde bir ocak halinde
kuruldugu söylenebilir. Bazi kaynaklarda bu kurulusun 1365 yili oldugu
söyleniyorsa da büyük bir ihtimalle bunun 1362 yilinda oldugudur. Türkçe
asker demek olan "Çeri" ile "yeni" kelimelerinin bir araya gelmesiyle
meydana gelen bu terim, Osmanli Devleti'nin merkezinde ve hükümdara
bagli bulunan yaya askeri için özel bir isim haline gelmistir. Haci
Bektas-i Veli ile hiç bir ilgisi olmamakla birlikte (Âsikpasazâde,
204-206) zamanla bu tarikata izafe edilerek Yeniçerilere "Taife-i
Bektasiye", ocaga da Bektasî ocagi denmistir.
Bu ocagin kurulus sebebi, mevcud askerin azligina ragmen, fetihlerin
çogalip sinirlarin genislemesi ve eldeki askerin de bu sinirlari
koruyamaz duruma gelme endisesi idi. Halbuki hem Rumeli'yi elde
tutabilmek hem de yeni fetihlerde bulunabilmek için devamli ve
hükümdarin emir komutasi altinda bir askerî birlige ihtiyaç vardi.
Benzer teskilâtlar, yani esirlerden istifade etme sistemi, daha önceki
Müslüman ve Müslüman Türk devletlerinde de vardi. Bu mânada
Osmanlilarin, Selçuklular ile Memluklulari örnek aldiklari
anlasilmaktadir.
Yeniçeriligin ilk kurulusunda, orduya bin kadar yeniçeri alinmisti.
Bunlarin her yüz kisisine komutan olarak daha önce Türklerden meydana
getirilen yaya askeri usûlüne uygun olarak bir "Yayabasi" tayin
edilmistir.
Ocak, XV. yüzyil ortalarina kadar yaya bölükleri veya daha sonra cemaat
adi verilen bir siniftan ibaret iken Fâtih Sultan Mehmed zamanindan
itibaren (1451 senesi), "Sekban" bölügünün de iltihakiyla iki sinif
haline gelmis. XVI. asir baslarinda ise "Aga" bölügü denilen üçüncü bir
kisim daha teskil edilmistir. Yaya bölükleri peyderpey artarak 101
bölüge kadar çikmistir. Aga bölükleri 61, Sekban bölükleri ise 34
rak***** kadar yükselmistir.
Yeniçeriler, baslarina börk ismi verilen beyaz keçeden bir baslik
giyerlerdi. Bunun arkasinda ise yatirtma denilen ve omuza kadar inen bir
parça yer almaktaydi. Yeniçeriler börklerini egri, subaylari da düz
giyerlerdi. Fâtih kanunnâmesinde belirtildigine göre yeniçeri taifesine
her yil beser zira' laciverd çuka ve otuz iki akça "yaka akçasi" ile her
birine basina sarmasi için altisar zir'a astar verilmesi hükmü
konmustu.
Her yeniçeri bölügüne "Orta" denirdi. Her ortanin da komutani olan ve
"Çorbaci" denilen bir subayi bulunurdu. Sekban ve Aga bölüklerinde bu
komutana "Bölükbasi" denirdi. Yeniçeri ocaginin en büyük komutani
"Yeniçeri Agasi" idi. Yeniçeri Agasi, ocagin kurulusundan 1451 senesine
kadar .ocaktan tayin edilirken bu tarihten sonra Sekbanbasilardan tayin
edilmeye baslandi. Bununla beraber bu kanun daha sonra degistirilerek
ocagin disindan olan kimseler de tayin edilmistir. Yeniçeri Agasi,
Yeniçeri Ocagi ile Acemi Ocagi islerinden sorumlu idi. Bundan baska
Istanbul'un asayisi ile de ilgilenir ve yaninda bulunan bir heyetle kol
dolasip güvenligi saglardi. Bu sebeple hükümdarlar, bunlarin güvenilir
ve sadik kimselerden olmasina dikkat ederlerdi. Yeniçeri Agalarinin azil
ve tayini 1593'e kadar dogrudan padisah tarafindan gerçeklestirilirken,
bu tarihten itibaren veziriazamlara intikal etmistir.
Yeniçeri Ocagi'nin en büyük komutani olan Yeniçeri Agasi'ndan baska
Sekbanbasi, Ocak Kethüdasi veya Kul Kethüdasi, Zagarcibasi, Turnacibasi,
Muhzir Aga ve Bas çavus ta ocagin büyüklerindendi. Bunlardan baska bir
de "Yeniçeri Efendisi" denilen ocak kâtibi vardi.
Yeniçeriler, maaslarini (ulûfe) üç ayda bir alirlardi. Bu konuda ocagin
en büyük âmiri olan Yeniçeri Agasi ile herhangi bir nefer arasinda fark
yoktu. Onun için Yeniçeri Agasi da bu ulûfe isine dahil edilirdi. Ulûfe,
pâdisahin nezâretinde büyük bir merasimle her ortaya torbalar halinde
tevzi edilirdi. Hicrî kamerî takvime göre dagitilan ulûfenin Sali günü
verilmesi kanundu.
XVI. asra kadar devsirmeden toplananlardan baskasi katilamazken 990
(1582) senesinde Sultan III. Murad (1574-1595)'in, sehzadesi Mehmed için
tertiplenen sünnet dügününe katilan bir sürü canbaz, hokkabaz ve
oyuncunun mükafat olarak bu ocaga kayd olmalari, ocagin yavas yavas
bozulmasina sebep olmustu. Devletin kurulusundan kisa bir müddet sonra
teskil edilen Yeniçeri Ocagi, belirtilen olaydan sonra hariçten
insanlarin ocaga girmesiyle bozulmaya yüz tutmustu. Çünkü, egitimsiz ve
basibos kimselerin ocaga girmeleriyle bu askerî teskilât, dogrudan
siyasete katilan, devlet adamlarini tayin veya azlettiren, padisahlari
tahttan indiren veya tahta çikaran bir kuvvet halini almisti. Gerçekten
de onlarin zorbaliklarini ve yaptiklari kötülüklere isaret eden (1826)
tarihli bir hüküm Istanbul Kadisina gönderilmistir. Bu hükümde söyle
denilmektedir: "Allah'a, Peygambere ve sizden olan ûlu'l-emre
itaatediniz" âyet-i kerimesi muktezasinca kaffe-i mü'min ve muvahhid
olanlar, emr-i ulu'l-emre itaat ve inkiyad ile me'mur olup bir müddetten
beri Yeniçeri nâmina olan eskiya makulesi, hilâf-i ser'-i serif,
daire-i itattan huruc ederek fürce bulmasi cihetiyle gerek memâlik-i
mahrûsede ve gerek dâri's-saltanat-i seniyede her bir sey çigirindan
çikmis ve ol makule esrar-i nâsin garazlari olan mel'aneti icra zimninda
her bir seye müdahele daiyesine düsmelerinden nasi, Ümmet-i Muhammed'in
mal ve canlarindan emniyetleri kalmayip rahatlarina halel gelerek
bayagi alis verislerine varinca fesada varmis..." Bu hükümde de açikça
görüldügü ve yukarida belirtildigi gibi Yeniçeri askeri her seye
müdahele eder olmus. Buna karsilik gerçek vazifesi olan askerligi
tamamiyle unutur olmustu. Zira onlar, askerlik yerine esnaflikla
ugrasiyorlardi. XVII ve XVIII. asirlarda *** *** ayaklanmislardi. Bunun
üzerine ocak, "Vak'a-i Hayriye" diye isimlendirilecek olan bir karar ve
hareketle 15 Haziran 1826'da Sultan Ikinci Mahmud tarafindan lagv
edilerek ortadan kaldirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://turkyildizlari.forummum.com
Mareşal
Forum Kurucusu
Forum Kurucusu
Mareşal


Mesaj Sayısı : 293
Kayıt tarihi : 21/03/10
Nerden : Türkiye

Osmanlı Devleti Hakkında Herşey. Empty
MesajKonu: Geri: Osmanlı Devleti Hakkında Herşey.   Osmanlı Devleti Hakkında Herşey. I_icon_minitimePtsi Nis. 05, 2010 7:20 pm


CEBECI OCAGI
Kapikulu askerinin piyade ocaklarindan biri de "Cebeci Ocagi"dir. Kelime
olarak "cebe" zirh demektir. Osmanlilar, bir nevi istilah olarak bu
kelimenin mana ve kapsamini genisletmis görünmektedirler. Bunun içindir
ki "cebeci" dendigi zaman belli hizmetleri olan bir askerî sinif akla
gelmektedir. Buna göre devletin yaya muharib askeri olan yeniçerilerin
ok, yay, kalkan, kiliç, tüfek, balta, kazma, kürek, kursun, barut, zirh,
tolga, harbe vesaire gibi ihtiyaçlari olan savas alet ve esyasi yapan
veya tedarik eden ocaga "Cebeci Ocagi" denirdi. Bu ocak, yeniçerilere
lazim olan harp levazimatini deve ve katirlarla nakl ederek, cephede
bulunan yeniçerilere dagitirdi. Savas sonunda da bunlari tekrar
toplardi. Bu arada tamire muhtaç olanlari da tamir ederek silah
depolarinda muhafaza ederdi.
Sefer esnasinda ordu komutanlari refakatina münasib bir miktar cebeci
verilirdi. Bunlarin, kuvvetli, becerikli ve silahtan anlayanlardan
olmasi gerekirdi. Bu maksatla Cebecibasiya bu yolda emirler verilirdi.
Baris zamaninda bunlar, kendilerine tahsis edilen Ayasofya taraflarinda
ve Tophane civarinda bulunan kislalarinda ikamet ederlerdi.
Bu ocagin kurulus tarihi kesin olarak tesbit edilmekle birlikte,
Yeniçeri ocagi ile birlikte veya ondan çok kisa bir müddet sonra oldugu
tahmin edilmektedir. Bu ocaga girecek olanlar, "Pencik" ve "Devsirme
Kanunu" devam ettigi müddetçe Acemi oglanlari arasindan seçilirdi.
Sonralari Yeniçeriler gibi bunlarin da evlenmelerine müsaade
edildiginden yetisen çocuklari da cebeci olurdu. Ocaga alinacak
kimseler, önceleri "sakird" ismiyle alinir, daha sonra fiilen cebeci
olurlardi.
Ocak mevcudu, aralarindaki münasebet dolayisiyla Yeniçeri askerinin
azalip çogalmasina bagli olarak artar veya eksilirdi. XVI. asir
ortalarinda yeniçeriler 12 bin nefer iken bunlarin sayilan 500 kadardi.
XVII. asirda (1675) te cebecilerin sayilari 4180 civarindadir. XVIII.
yüzyilda cebecilerin sayisi 2500-5000 arasinda degismekteydi. Yeniçeri
Ocagi'nin lagv edilmesi ile ortadan kalkan Cebeci Ocagi, Asakir-i
Mansûre ile yeniden tesis edilmisti.
Diger Kapikulu ocaklari gibi "orta" denilen ve 38 bölüge ayrilmis
bulunan cebecilerin en büyük komutani "Cebecibasi" idi. Ortalar, kendi
aralarinda silah yapan, silahlan tamir eden, barutlari islâh eyleyen,
harp levazimatini tedarik edip hazirlayan ve humbara yapanlar gibi ayri
ayri kisimlara ayriliyorlardi.
TOPÇU OCAGI
Top dökmek, top atmak ve top mermisi yapmak gayesiyle teskil edilen bu
ocak da, Kapikulu ocaklarinin yaya kismindandi. Efradi, Acemi Ocagi'ndan
saglanirdi. Osmanli ordusunda ilk top, Sultan I. Murad zamaninda 1389
yilinda Kosova Meydan Muharebesinde kullanilmistir. Yildirim Beyâzid
tarafindan da gerek Istanbul muhasaralarinda gerekse Nigbolu
kusatmasinda topun bir silah olarak kullanildigi, Asikpasazâde
tarafindan anlatilmaktadir. Görüldügü gibi Osmanli Devleti'nin daha
baslangiç yillarinda top, ordunun ayrilmaz bir parçasi haline gelmistir.
Bununla beraber topun silahli kuvvetlerin agir ve önemli bir silahi
olarak ordu ve donanmaya yerlesmesini saglayan, Fâtih Sultan Mehmet
olmustur. Kale yikan büyük toplar ile havan topunun mucidinin de Fâtih
Sultan Mehmed oldugu belirtilmektedir. Bu silahin, askeriyedeki önemi o
kadar büyümüs ve devlet ona o kadar ehemmiyet vermistir ki,
patlatilamayan bir topun patlamasini temin eden kimseleri bile her türlü
vergi ve rüsûmdan muaf saymistir.
Topçu ocaginin top döken kismi ile top kullanan bölükleri ayri ayri
idiler. Toplar, her zaman devlet merkezinde veya fabrikalarinda
döktürülmezlerdi. Bazen kale muhasaralarinda kalelerin önünde de top
imal edildigi görülmektedir. Nitekim Sultan II. Murad zamanindaki Mora
ve Arnavutluk seferlerinde, daha sonra da Istanbul kusatmasinda
develerle getirilen malzeme ile buralarda toplar döktürülmüstü.
Osmanlilar, gelecekteki ihtiyaçlarini karsilamak ve devamli bir sekilde
hazirlikli bulunmak gayesiyle Istanbul'un disinda da top fabrikalari
kurmuslardi. Bu fabrikalar, hudud veya hududa yakin yerlerde idi. Bu
yerler:
Belgrad, Semendire sancaginin Baç (Beç) madeni, Budin, Içkodra,
Praviste, Timasvar ile Asya'da Iran sinirina yakin Kerkük'ün Gülanber
kalesi idi. Bu toplarin mermilerini yapan fabrikalar da Bilecik, Van,
Kigi, Kamengrad, Novaberda ve Baç'da idi. Bu mermiler (yuvarlak=gülle)
için de ayri ayri yerlerde depolar yaptirilmisti. Her yil ne kadar mermi
ve gülle dökülecegi, Divan tarafindan planlanip Topçubasina
bildirilirdi. Dökümhanelere de buna göre emir giderdi. Bir gülle
dökümhanesinin yillik ortalama kapasitesi 20-24 bin aded arasinda
degisiyordu. Bu mermilerin en küçükleri 320 gram agirliginda idi.
Bunlar, "Sahî" denilen toplarin gülleleri idi. Sahîler, katir sirtinda
tasinabilen ve yalniz iki topçu eri tarafindan kullanilabilen küçük,
pratik, atesi seri ve müessir toplardi. "înce Donanma"yi meydana getiren
nehir gemilerinde de bunlar kullanilirdi. Kale muhasaralarinda surlari
yikmak için kullanilan toplar daha büyüktü. Bu toplarin gülleleri 70 kg.
agirliginda idi. Top mermisi döken madenlerde dökücü ustalari ve
yeterince isçi vardi Dökücüler, Istanbul'daki Tophaneden
gönderilirlerdi.
Osmanlilar, sadece madenî degil, tas gülle de kullanmislardi. Bu
gülleleri demir olanlardan ayirmak için "Tas gülle" tabirini
kullaniyorlardi.
Topçu ocaginin en büyük zâbitine (subayina) "Sertopî" veya "Topçubasi"
denirdi. Bundan baska Dökümcübasi, Ocak kethüdasi ve çavusu gibi yüksek
rütbeli subaylari ile "Çorbaci" veya "Bölükbasi", Dökücü halifeleri"
gibi subaylari ile Ocak katibi vardi.
Tophanede sivil memurlar da istihdam ediliyordu. Bunlar, Tophane Nâzin
ile Tophane Emini idi. Tophane Emini, tophaneye alinan ve sarf edilen
esyanin defterini tutar ve her sene hesabini verirdi. Tophane levazimi,
bunun eli ile tedarik edildiginden vazifesi çok önemli idi. Bütün
bunlardan anlasildigina göre Topçubasi, Dökümcübasi, Tophane naziri, top
dökümcüleri kethüdasi, Tophane emini ve Topçu çavusu Tophane ocaginin
yüksek rütbeli subaylarindandi.
Topçular, sayica "Cebeciler"e yakin idiler. XVI. asirda ocagin mevcudu
1204 nefer iken, XVII. asirda bu sayi 2026'ya kadar yükselmistir.
Onyedinci asrin sonlarinda muharebelerin devami yüzünden sayilari 5084'e
kadar çikmistir.
Oldukça islah edilmesine ragmen Sultan III. Selim'in tahttan indirilmesi
(hal') esnasinda Kabakçi Mustafa'ya iltihak eden Topçu ocagi, isyana
istirak etmisti. Halbuki Sultan Selim, bu ocagin, zamanin sartlarina
göre islâh edilmesine ehemmiyet vermis, derece ve itibarlarini
artirmisti. Vak'a-i hayriye esnasinda topçular, devlete sadik kalarak
Humbaraci ve Lagimci ocaklari ile birlikte "Sancag-i Serif altina
gelmislerdi. Yeniçeri ocaginin ilgasindan sonra Topçu ocagi yeni sekle
göre tertip edilmisti.
Topçu ocagi ile çok yakindan ilgisi bulunan bir ocak daha vardir ki, bu
da "Top Arabacilari Ocagi"dir. Osmanlilarin ilk dönemlerinde kullanilan
toplar, deve, katir ve beygirlerle naklolunan küçük ve hafif toplardi.
XV. asirdan sonra topçulugun büyük ölçüde gelismesi üzerine ve büyük
toplarin dökülmesinden sonra, yenilik yapan Osmanlilar, bunlari araba
ile savasa ***ürmeye basladilar. Demek oluyor ki bu ocak, toplarin daha
ziyade tekemmül ederek arabalarla tasinmasindan sonra dogmustur.
Arabacibasi adinda bir subayin komutasinda bulunan bu ocak da çesitli
ortalara ayrilmisti.
HUMBARACI OCAGI
Farsça asilli bir kelime olan humbara, içine patlayici maddeler
doldurulmak suretiyle demirden yapilmis bulunan mermi demektir.
Humbaraci da bu mermiyi havan topu ile kullanan topçu (havan topçusu)
demektir. Humbaranin el ile atilani (el bombasi) oldugu gibi havan topu
ile atilani da vardir. Ayrica tas da atilabilirdi.
Daha çok kale kusatmalarinda ve görülmesi mümkün olmayan hedeflere karsi
kullanilan havanlar sayesinde Müslüman Türkler, dikkate deger basarilar
saglamislardi. Topçular gibi Kapikulu ocagina mensub bulunan humbaraci
ortalarinin XVXVI. asirlar arasinda ihdas edildigi tahmin edilmektedir.
Humbaracibasi adi verilen bir subayin komutasinda bulunan bu ocak
mensuplari, baslangiçta biri topçulara, digeri cebecilere bagli olmak
üzere iki kisimdan ibaretti. Bu ocagin esas kisminin Kapikulu gibi
maasli degil, timarli oldugu bilinmektedir. Nitekim 1126 yili Safer
ayinin sonlarinda Humbaracibasi tarafindan Payitahta gönderilen bir
arizadan, Hotin Kalesi muhafazasinda bulunan timarli humbaraci
neferatinin bulundugu anlasilmaktadir. Buna göre humbaracilari topcu,
cebeci, ve timarli olmak üzere üç kisma ayirabiliriz.
Bulunmasi gereken birçok vesikada isimleri zikredilmeyen humbaracilarin
müstakil bir ocak haline gelmesi XVII. asirdan sonra olmalidir. XVIII.
yüzyil baslarinda büsbütün ihmale ugrayan humbaracilik mesleginin, günün
sartlan ve Avrupa'daki gelismesi de göz önüne alinarak yeniden tesisi
düsünüldü. Bir müddet Avusturya'da kaldiktan sonra Osmanli ülkesine
iltica edip Müslüman olan Fransiz asilzâdesi Copmte de Bonneval (Ahmet
Pasa), Birinci Mahmud devrinde Mirimirân rütbesi ile humbaracibasiligina
tayin edildi. Humbaraci ocagi, "fenn-i humbara ve sanayi-i atesbazîde
maharet-i tammesi" olan bu zat tarafindan Avrupa'daki usûl ve sistemlere
uygun bir sekilde teskilatlandirilmaya tabi tutuldu. Ahmed Pasa'nin bu
konudaki çabalari sonucunda Bosna'dan 301 nefer alinarak her 100 kisi
bir "oda" teskil etmek üzere bir ocak vücuda getiriliyor, her bölüge bir
yüzbasi, iki ellibasi, on onbasi, tabib, cerrah ve yazicilar tayin
olunduktan ve ulûfeler tesbit edildikten sonra teskilât,
humbaracibasinin emri ve sadrazamin nezareti altina aliniyordu. Siki bir
talim ve egitim ile yetisecek olan humbaracilardan tahsillerini bitirip
olgun bir hale gelenler, Vidin, Nis, Hotin, Azak ve Bosna"nin serhad
kalelerine "Humbaracibasi" olarak tayin edileceklerdi.
Fabrika ve kislalari Üsküdar'da bulunan humbaracilarin, devlet askerî
teskilâti bakimindan önemli bir yeri bulunduklari anlasilmaktadir.
Yeniçeriligin ilgasi esnasinda meydana gelen olaylarda, devletin yaninda
yer almis olan Humbaraci Ocagi, Asakir-i Mansûre ordusu içinde
topçulara baglanarak ayri bir ocak olmaktan çikmis oldu.
LAGIMCI OCAGI
Kusatma altindaki surlarinin altindan tünel (lagim) kazmak suretiyle
yikan veya düsmanin açtigi tünelleri kapatan bir ocaktir. Osmanli
ordusunda mühendislik bilgisine dayali olan bu ocak, XVII. asrin
ortalarindan itibaren bozulmaya yüz tutmustu. Biri, Cebecibasinin
komutasinda ve maasli, digeri de Lagimcibasi denilen komutanin emri
altinda ve timarli olan iki kisma ayriliyorlardi.
Yer altinda yollar açarak fitil ve barutla kale bedenlerini yikan veya
lagim açarak berheva eden lagimcilik, Osmanli ordusunda çok gelismisti.
Gerçekten, günümüzün istihkâm sinifi diye adlandirabilecegimiz bu ocak
hakkinda su ifadeler kullanilmaktadir: "XVIII. asra kadar Türk
istihkamcisi, gerek teknik ve gerekse tabya bakimindan dünyanin mukayese
edilemeyecek kadar en üstün istihkâm sinifi idi. Bunu, o dönemin bütün
Avrupali yazarlari ve taninmis generalleri teyid etmektedirler. Modem
Avrupa istihkamciliginin kurucusu da Türklerdir. Türk istihkâm teknigini
ilk defa Fransizlar ögrenmis ve XIV. Louis devrinde tatbik etmislerdir.
Daha sonra bu teknik bilgi, Avrupa ordulari tarafindan aynen iktibas
edilmistir. (Lavisse-Rambaud, VI, 96) Avrupa istihkamciliginin babasi
sayilan mühendis general Vauban, ilk defa Türkler'den ögrendigi tabya
teknigini, 1673 senesinde Hollanda'nin Maestricht kalesi kusatmasinda
kullanmis, basarili olmasi üzerine ayni asrin sonlarinda bu teknik,
bütün Avrupa'ya yayilmistir. Vauban, Türk istihkam tabyasini Kandiye'de
ögrenmisti."
Vazifesi, sadece tünel açmakla bitmeyen bu ocak, hem ordunun hem de
agirliklarinin geçirilmesi için köprü
yapmak ve gerekiyorsa mevcudlari tamir etmek gibi vazifelerle de
yükümlü idi. Kale muhasaralarinda bunlarin bilgi, teknik ve
faaliyetlerinden epey istifade edilmistir. Bu sayede zapti kabil olmayan
pek çok kale, bu ocak mensuplarinin açtiklari tüneller sayesinde
kolayca ele geçirilmisti. Nitekim Serdar-i Ekrem Köprülüzâde Ahmed Pasa'nin 1078
(1667) senesindeki Kandiye kusatma ve fethinden bahs edilirken
lagimcilarin burada ne denli hizmet ve yararliliklar gösterdigine temas
edilir. Bu tarihten sonra da Osmanlilarin lagimciligi yavas yavas
gerilemeye baslamisti. Bu sebeple olsa gerek ki, 1207 (1792) de "Nizam-i
Cedid" denilen yeni bir sistemle dönemine göre modern bir hale
getirilmeye çalisildi. Bu maksatla ocak, biri lagim baglamak, digeri köprü, tabya ve kale yapmak gibi
mimarî bilgi gerektiren iki kisma ayrildi.
KAPIKULU SÜVARISI
Osmanli kapikulu ordusunu teskil eden ikinci sinif askerî güç, Kapikulu
süvarisidir. Osmanlilarin muvaffakiyetli hamlelerinde bu sinifin da
büyük bir hissesi vardir. Osmanli topraklan genisledikçe timarlar
çogaliyor, timarlar çogaldikça da timarli süvari (sipahi)nin sayisi da
artiyordu. Fakat bunlar, kendi timarlarinda ikamet ettiklerinden,
basarilari mahdud kiliyordu. Bu bakimdan daha kurulus yillarindan
itibaren devlet merkezinde, yeniçeriler gibi devamli ve maas alan bir
süvari birliginin bulundurulmasi ihtiyaci hissediliyordu. Bu sebeple
Sultan I. Murad döneminde, Rumeli Beylerbeyi olan Timurtas Pasa'nin
yardim ve tavsiyesiyle ilk adim atilmis oluyordu. Önce "Sipah" ve
"Silahdar" adi ile iki bölük olarak teskil edilen Kapikulu süvarisine
daha sonra "Sag Ulûfeci" ve "Sol Ulûfeci" (Ulûfeciyan-i yemin ve yesâr)
ile "Sag ve Sol Garipler" (Gureba-i yemin ve yesâr) ismi verilen dört
bölük daha ilave edilerek Kapikulu süvari ocagi alti bölüge yükseltilmis
oldu.
Kapikulu süvari sinifini meydana getiren efrad da devsirme çocuklari ile
harplerde esir alinan çocuklardan meydana geliyordu. Bunlar da
yeniçeriler gibi hükümdarin sahsina mahsus olan atli kuvvetler idi.
Bunlardan vücutça uygun ve kabiliyetli olanlar, Istanbul, Edirne ve
Gelibolu saraylarinda terbiye olunduktan sonra yedi senede bir "Bölüge
çikmak" tabir edilen bölüklere verme islemi yapilirdi. Derece ve maas
itibariyle yeniçerilerden daha yüksek olmalarina ragmen, idare
üzerindeki nüfuzlari ve harplerdeki önemleri itibariyla onlar kadar
ilerde degillerdi.
Kapikulu süvari birliklerinden ilk ikisine "Bas", öbür ikisine "Orta",
son ikisine de "Asagi bölükler" adi verilmisti. Bunlardan sipah bölügüne
"Kirmizi bayrak", silahtar bölügüne "San bayrak", orta ve asagi
bölükler için de Alaca bayrak" tabiri kullanilirdi.
Kapikulu süvarileri, hükümdarla birlikte sefere gittikleri zaman onun
sag ve solunda yürürlerdi. Sipah sagda, silahtar da solda bulunurdu.
Sipahin saginda sag ulûfeciler, silahtarlarin solunda da sol ulûfeceler
yürürlerdi. Bunlarin sag ve solunda da sag ve sol garipler yürüyorlardi.
Sipah ve silahtarlar, muharebe meydaninda padisahin çadirini (Otag-i
hümâyun), ulûfeciler gerek muharebe esnasinda, gerekse konaklama
yerlerinde saltanat sancaklarini, garipler ise ordu agirliklari ile
hazineyi muhafaza ederlerdi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://turkyildizlari.forummum.com
 
Osmanlı Devleti Hakkında Herşey.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Osmanli tarİhİnden bazi rÜyalar
» Vur Osmanlı'ya
» Osmanlı Sultanlarının resimleri
» Osmanlı Padişahlarının Eşsiz Vasiyyetleri
» Osmanlı sultanlarının annelerinin isimleri

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Türk Yıldızları :: Tarih Köşesi :: Osmanlı Tarihi-
Buraya geçin: