Türk Yıldızları
Türk Yıldızları
Türk Yıldızları
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Ne Mutlu Türküm Diyene
 
AnasayfaKapıGaleriLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Mus'ab Bin Umeyr..Aynaların Önünden Ayna Olmaya

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Mareşal
Forum Kurucusu
Forum Kurucusu
Mareşal


Mesaj Sayısı : 293
Kayıt tarihi : 21/03/10
Nerden : Türkiye

Mus'ab Bin Umeyr..Aynaların Önünden Ayna Olmaya Empty
MesajKonu: Mus'ab Bin Umeyr..Aynaların Önünden Ayna Olmaya   Mus'ab Bin Umeyr..Aynaların Önünden Ayna Olmaya I_icon_minitimePerş. Haz. 24, 2010 11:45 am


Mus'ab Bin Umeyr..Aynaların Önünden Ayna Olmaya Icon1
Mus'ab Bin Umeyr..Aynaların Önünden Ayna Olmaya






Adımlarıyla yangın çıkartan gencin, kömürden
pencerelerinin önünden ne zaman geçeceğini merak ediyor Mekkeli kızlar.
Asaletin, ince hattıyla resmettiği yüzünü ne zaman çerçeveleyeceğini
sokaklarının. Kokusunu taşıyan rüzgârın bölüşülemediği pazarlarda
fiyatlar yükselip duruyor hep. Hep alışverişe gitmeye hazırlanıyor
Mus’ab. Hep alışverişten dönüyor. Sahip olduklarıyla sahip olmadıklarını
satın alıyor hep. Üzerine titreyen zengin bir anne babaya sahip olmak,
sahip olduğu şeyleri çoğaltıyor: Kervancılar en iyi kumaşlarını, en
güzel kokularını, en nadir yemişlerini onun için taşıyorlar. Hadremut,
onun ayaklarına bir çift ayakkabı yapabilmek için onlarca ceylanı çölden
koparmaya hazır. Mus’ab’a yalnız ailesi değil kader de cömertliğini
esirgemiyor: Güzel bir yüz, biçimli bir beden, gür ve kıvırcık saçlar,
zekâ, akıl, hitabet ve bu harikulade harmanı koruyan soyluluk… Aklı,
taşlara tanrı rolü verilmesini yadırgıyor. Taşlar yerli yerine oturunca
da bir boşluk çıkıyor ortaya; neyle dolduracağını bilmediği. “Görün bana
hakikat!”dese de her gün, hakikat komutla ortaya çıkmıyor. O günlerde
“arayanlar”ın yolu ise mutlaka Erkam’ın Evi’ne çıkıyor. Zira Mekke’nin
bu esrarengiz evi bir mücevher mahfazası gibi saklıyor hakikati. Kapıyı
bir kölenin açması doğal, peki köleyle efendinin birbirlerine sarılıp
ağlaşmaları! Eski bir köle Habbab bin el-Eret, yeni bir kul Mus’ab bin
Umeyr! Çünkü açılan kapıdan girdi içeriye ve O’na götürüldü. Çünkü O’nun
yüzünü gördü ve dudaklarındaki her kelimenin, hakikatin nadide
parçaları olduğunu fark etti birden. Mus’ab hayatının en büyük
alışverişini işte o gün gerçekleştirdi. Erkam’ın evinden çıkarken her
şeyini bıraktı orada. Bütün elbiseleri eskimiş, bütün ayakkabıları
delinmiş, bütün yemişleri çürümüştü. Bütün sevgililere sevgilerini,
bütün çiçeklere kokularını geri vermişti. Erkam’ın evinden çıkarken
yanında yalnız kalbi vardı. Bir bahar temizliğinin ardından Son
Peygamber’in kelimeleriyle boyanan kalbi. Vücutta öyle bir parça vardı
ki o değiştiğinde her şey değişirdi. Böyle diyordu Nebî. O değişti. Her
şey değişti Mus’ab’ın hayatında. Öncelikleri göz açıp kapayıncaya kadar
yerlerini terk ettiler. Hz. Peygamber’in(sas) yanında olma, namaz ve
İslâm’a dâvet doldurdu boşalan yerleri. Osman bin Talha onu çarşılarda
ararken namazda bulunca dehşetle koştu ailesine. Annesi Hamne’ye, “Oğlun
namaz kılıyor!” dedi büyüyen gözlerle. “Demek namaz kılıyor!” dedi anne
bir belaya uğramışçasına. Üzerine titrediği, kendi elleriyle giydirip,
güzel kokular sürdüğü oğlu namaz kılıyordu ha! Sözle ikna edilemeyince
dininden dönmeye, baba evinin mahzenine hapsedildi Mus’ab. Annesinin ve
babasının gardiyanlığında günlerce aç susuz kaldı. Habeşistan yolu
görünmüştü kapı aralandığında. İki kez Habeşistan’a hicret etti; zira
değişmemişti Mekke. Yumuşamamıştı siyah kayalar. Fakat güvende olmak da
neydi Habeşistan’da, Mekke’deyken Peygamber. Sonunda dayanamayıp döndü
yurduna. Burada sözü bırakalım Hz. Ali’nin dudaklarına: “Rasûlullah ile
oturuyorduk. Bu sırada Mus’ab bin Umeyr geldi. Yamalı bir elbise vardı
üzerinde. Bu manzara karşısında gözyaşları hücum etti mübarek gözlerine
Rasûlullah’ın ve dilinden şu kelimeler döküldü: ‘Kalbini yüce Allah’ın
aydınlattığı şu adama bakın! Anne ve babası en iyi yiyecekleri ve
içecekleri sunuyordu ona. O Allah için her şeyi terk etti. Allah ve
Rasûlü’nün sevgisidir onu bu hale getiren!’”. Sevgi insana neler
yaptırmaz ki! Bütün dünyayı karşısına almak pahasına “Seni kendi
nefsimizden üstün tutacağız!” dedirtir insana. İlk Akabe Bîatı’nda
Medine’den gelen on iki kişinin bağlılık yeminlerinin ilk cümlesidir bu.
Bu bir avuç müslüman, inançlarını kesin sözlerle mühürledikten sonra
“Ensar” yani “Yardımcılar” olma şerefini elde etmişler, bununla beraber
İslâm’ı öğretecek bir “Yardımcı” daha istemişlerdir Son Peygamber’den.
İşte Allah’ın Elçisi’nin gönderdiği elçidir Mus’ab bin Umeyr. Elçiler
gönderildiği makamı temsil ederler. Mus’ab, güleryüzü, nezaketi, tatlı
dili ve güzel ahlâkıyla efendisini temsil etmeye gider Medine’ye. Es’ad
bin Zürâre’nin evini bir Kur’an okuluna dönüştürür. Medinelilere
tebessümüyle tatlandırarak anlatır İslâm’ı. Namaz kılacakları zaman
imamları, ihtilaf ettikleri zaman hakemleri olur. Hz. Peygamber’in
izniyle İslâm tarihinin ilk Cuma namazını kıldırır Sa’d bin Hayseme’nin
evinde. Ve sonunda Medine’nin bütün evleri tek tek aydınlanmaya başlar.
Bu durumdan endişelenenler de vardır; değişimle birlikte toplum içindeki
yerlerini kaybedeceklerini düşünenler… Kabile reislerinden Useyd bin
Hudayr da onlardandır. Mızrağıyla dalar Mus’ab’ın hitap ettiği
topluluğun içine ve gürler: “Buraya zayıf akıllıları aldatmak için mi
geldiniz! Canınızdan olmak istemiyorsanız terk edin burayı!” Mus’ab
savrulan tehdidi güler yüzüyle savuşturmuş, “Biraz soluklanıp sözüme
kulak verir misiniz? Hoşunuza gitmezse söylenenler, derhal ayrılırız
yanınızdan,” diyerek İslâm’ın ne anlama geldiğini tatlı tatlı anlatmış,
Kur’ân’dan âyetler okumuştur. Useyd mızrağını yere saplamış ve “Ne
güzel! Ne güzel!”diye haykırmıştır birden. Sonra sormuştur heyecanla
Mus’ab’a: “Bu dine nasıl girilir!” Mus’ab yalnız bu dine nasıl
girileceğini değil, bu dinin nasıl yaşanacağını da göstermiştir
insanlara. İkinci Akabe Bîatı’na Medine’den katılan ve Son Peygamber’in
“Kanınız kanımdır… Affınız affımdır… Ben sizdenim, siz benden!”
sözleriyle onurlanan yetmiş beş kişinin başındadır o. Medine’yi
efendisinin teşrifine hazırlayandır o, Bedir’de sancağını yükselten… Ve
nihayet Uhud’ta bir kez daha taşıma şerefi bahşedilen mübarek sancağı.
Son Peygamber sanılarak önce sağ kolu kesilen, sancağı sol eline alınca
sol koluna kılıç indirilen. İki kesik kolla sancağı göğsüne bastırıp
“Muhammed ancak rasûldür. Ondan evvel daha nice peygamberler geçmiştir”
âyetini okuyarak Hz. Peygamber’e siper olmaya devam eden. Sonunda İbn
Kâmia’nın mızrağıyla şehadet makamına yükselen… Son Peygamber’in şehit
olduğundan habersiz “İleri ey Mus’ab! İleri!” diye bağırdığı arkasından.
Mus’ab suretinde sancağı taşıyan meleğin, “Ben Mus’ab değilim!” dediği
an. İşte o an! Nebî’nin yine gözlerinin dolduğunu görüyor Hz. Ali. Ahzab
Sûresi’nden okuduğu âyetlere kulak kesiliyor, nâşının başucunda:
“Müminlerden öyle yiğitler vardır ki, onlar Allah’a verdikleri sözde
sadakat gösterdiler. Onlardan bazıları şehit oluncaya kadar
çarpışacağına dair yaptığı adağını yerine getirdi. Kimisi de şehit
olmayı bekliyor. Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler.” Ve işte o
an. Şehidin defnedilme ânı. Bir zamanlar Mekke’nin en zengin ve
yakışıklı delikanlısı olan Mus’ab’ın üzerini örtecek kefen bulunamıyor.
Başı örtülse ayakları, ayakları örtülse başı açık kalıyor. Ve ıslak
gözlerle hırkanın baş tarafa çekilmesine, ayakların otlarla örtülmesine
işaret ediyor Son Peygamber. Son Peygamber Mus’ab’ı işaret ediyor!





Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://turkyildizlari.forummum.com
 
Mus'ab Bin Umeyr..Aynaların Önünden Ayna Olmaya
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Türk Yıldızları :: Tarih Köşesi :: Sahabeler Tarihi-
Buraya geçin: