Seyyid Muhammed Raşid
Erol - Son Sohbeti
SON SOHBETİ
Kemal Yıldız - Afyon
Bismillahirrahmanirrahim
Ellhamdülillahi rabbil âlemîn. Vessalatü vesselamü alâ seyyidina
Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ecmain.
Allah (c.c.) biz Müslümanlar’a büyük nimetler bahşetmiştir. Bu nimetlere
çok şükretmemiz lazımdır. Bu nimetlerin birincisi ve en önemlisi Allahü
Teala’nın bizi İslâm’la şereflendirmesidir. Bu nimete karşılık Allah’a
çok ibadet etmemiz icab eder. Zaten namaz kılmak, oruç tutmak, zekat
vermek, sadaka vermek gibi ibadetler de Allah’ın bize dünyada bahşettiği
en büyük nimetlerden değil midir? Bu ibadetlere karşılık Allahü
Teala(c.c.) Müslümanlara cenneti ve içindeki nimetleri hazırlamıştır;
orada ebedi olarak kalacaklardır. Buna göre ibadetlerimizi arttırmamız
gerekir.
Allahü Teala (c.c.) bize hidayet yolunu göstermekle büyük bir lütuf ve
ihsanda bulunmuştur. Kafirler bu lütfu Rabbani’ye icabet etmediklerinden
dolayı onlara ebedi cehennem ateşi ve azabını hazırlamıştır. İnsan
şöyle bir düşünse, parmağını tuttuğu bir mum alevinin vereceği acıya
dahi dayanamaz. Bir mum ateşine bile parmağını tutamazken nasıl olur da
ebedi ateş olan cehennemlik amelleri işler, günahlardan kaçınmaz ve
ibadet yapmaz? İşte bütün bunları düşünerek ibadetlerimizi artırmalıyız.
Allahü Teala (c.c.) bütün dünyanın servetini bize vermiş olsaydı
Müslüman olmanın bedelini yine de karşılayamazdık.
Bu nimetlerin ikincisi Allahü Teala’nın (c.c.) bizleri en son ve en
büyük peygamber Hazreti Muhammed (s.a.v.) ümmetinden kılmasıdır. Nasıl
ki, Hazreti Muhammed (s.a.v.) peygamberlerin en efdali ve en üstünüdür,
onun ümmeti de ümmetlerin en üstünüdür. Hazreti Musa (a.s.) Levh-i
Mahfuz’a baktığı zamarı, orada Hazreti Muhammed (s.a.v.)’in
hasletlerini, büyüklüğünü, faziletini görmüş de “Ya Rabbi! Keşke beni de
Hazreti Muhammed (s.a.v.) ümmeti olarak yaratsaydın. Başka birşey
istemezdim” diye buyurduğu rivayet edilir. İşte biz böyle büyük bir
peygamberin ümmetiyiz. Buna layık olmaya çabalayalım.
Hazreti Peygamber (s.a.v.)’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte `Benim
ümmetimin (ilmiyle amil) alimleri Beni İsrailin peygamberleri gibidir.
(Bu, büyüklük bakımından değil hidayet bakımındandır.)” buyurmuştur.
Eskiden gönderilen peygamberlerin bir kısmı yalnız kendisini irşad
etmiş, bir kısmı yalnız kendi aile ferdlerini, bir kısmı içinde
bulunduğu kabilesini, bir kısmı da yalnız içinde bulunduğu köyü irşad
edebilmiştir. Hazreti Peygamber (s.av.)’in ümmetinin velileri, mürşid-i
kamiller ise daha fazla irşadda bulunarak daha çok kimselerin hidayete
ermelerine vesile olmuşlardır.
Cenabı Hakk’ın bizlere farz kılmış olduğu namazda huşu ve takvaya da çok
dikkat etmemiz gerekir. Namaz peygamber (s.a.v.)’e miraçta farz
kılınmıştır. ilk önce elli rekat olarak fart kılınmıştır. Bu emirle
Rabb’in huzurundan dönen Hazreti Peygamber (s.a.v.) altıncı kat semada
Hz.Musa (a.s.)’ın ruhaniyeti ile karşılaşır. Hz.Musa (a.s.), Rasulüllah
Efendimiz’e (s.a.v.) elli vakit namazın çok olduğunu, bunun ahir zaman
ümmetine ağır geleceğini, Allah (c.c.)’tan namaz vakitlerini azaltması
için niyazda bulunmasını söyler. Rasulüllah (s.a.v.) da tekrar Allahü
Teala’nın (c.c.) huzuruna varıp, elli vakit namazın ağır gelebileceğini,
vakitleri biraz azaltması için Allahu Teala’ya (c.c.) niyazda bulunur.
Allahü Teala (c.c.) da namazları on vakit azaltarak kırk vakte indirir.
Rasulüllah Efendimiz (s.a.v.) geri dönerken tekrar Musa Aleyhisselam ile
karşılaşır. Hazreti Musa (as.) yine bu kadar vakit namazın çok
olacağını söyler ve biraz daha azaltılması için tekrardan Allahü Teala
(c.c.)’nın huzuruna gitmesini söyler. Bu gidip gelmeler birkaç kez daha
tekrarlanır ve namaz vakitleri sonunda beş vakte indirilir. İşte böylece
Muhammed Aleyhisselam ümmetine her gün beş vakit namaz farz kılınır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Musa Aleyhisselam’m bizzat kendisi ile
değil ruhaniyeti ile görüşmüştür. Elbetteki Allah’ın (c.c.) dostları
ölmez. Onlar için sadece nakil söz konusudur. Mekan değiştirirler.
Onların himmet ve yardımları daima vardır.
Musa Aleyhisselam, Hazreti Muhammed (s.av.)’in ve O’nun ümmetinin
fazilet ve büyüklüğünü, Allah (c.c.) yanındaki değerini Levh-i Mahfuz’da
gördükten sonra şöyle der: “Ya Rabbi! Hazreti Muhammed Sallallahü
Aleyhi ve Sellem’in ümmeti olamadım. Bari ümmetini görenlerden olsaydım”
deyip derin bir arzu ediyor. O sırada İmam-ı Gazali’nin ruhaniyeti
(rahmetullahi aleyh) oraya gelir ve Musa Aleyhisselam ile görüşürler.
Musa Aleyhisselam; -Sen kimsin? diye sorunca, İmam-ı Gazali: Muhammed
oğlu, Muhammed oğlu, Hamid oğlu İmam-ı Gazali’yim diye cevap verir. Bu
cevap üzerine Hazreti Musa (as.): -Künyeni neden bu, kadar uzun
söyledin? Yalnızca İmam Gazali deseydin kifayet etmez miydi? diye sorar.
İmam-ı Gazali de (rh.a.) şöyle cevap verir:
-Allah (c.c.) Hazretleri ile kelam konuşmaya gittiğin zaman sana `Sağ
elindeki nedir?’diye sorduğunda, sen onu tanıtırken `0 benim asamdır.
Ona dayanır ve onunla davarlarıma yaprak silkelerim ve onda benim başka
hacetlerim de vardır’ (Taha, 18) diye uzun uzun anlattın, kısaca cevap
verseydin yeterli olmaz mıydı?” şeklinde sorusuna soruyla cevap verir.
Hazreti Musa Aleyhisselam da buna cevap olarak:
-Ben Allahü Teala (c.c.) ile biraz daha fazla konuşabilmek için uzunca
açıkladım, der. İmam-ı Gazali de (rh.a) cevap olarak:
Sen, Allah’ın (c.c.) büyük peygamberlerindensin. Kelimullah’sın. Kitab
verilenlerdensin. Onun için seninle daha fazla konuşabilme şerefine nail
olmak için uzun açıklamada bulundum, der.
İşte Musa Aleyhisselam ile bu derece yakın olabilen İmam-ı Gazali
(rh.a.) zamanının en büyük alimlerinden birisiydi. Fakat önceleri
tasavvufi yoldan uzak ve bu yolu da benimsemeyen bir zat olduğu, kardeşi
ile aralarında geçen bir hadiseden sonra tasavvufa yöneldiği ve kısa
zamanda gavs olduğu rivayet edilir.
Bizler de içinde bulunduğumuz bu nimete layık olmak için çok çalışalım,
Hazreti Muhammed Mustafa Sallallahü Aleyhi ve Sellem’e hakiki ümmet
olmaya gayret edelim.
Padişah ne kadar büyük olursa, hizmetçisi de o kadar büyüktür. Hasan-ı
Basri (r.a.) bir gün çarşıya çıkmış ve bir dükkana oturmuş. Bakmış ki
bir adam çarşıda elini kolunu sallaya sallaya, gururlu ve kibirli bir
şekilde geziniyor. Hasan-ı Basri (rh.a) sorar.
” -Bu kimdir ki böyle gururla ellerini kollarını sallaya sallaya
yürüyor?” Orada bulunanlar:
-Bu şahıs padişahın hizmetçisidir. 0nun için böyle gururla yürüyor”
derler.Bunun üzerine Hasan-ı Basri (rh.a.):
“-Ben de sultanlar sultanı Allahü Teala’nın (c.c.) kuluyum. Ben neden bu
adamdan daha iyi yürümeyeyim” der ve çarşının içinde ellerini kollarını
sallaya sallaya bir müddet gezinir.
Bizim de üzerimize düşen, sultanlar sultanına çok ibadet edip, çok
çalışmamızdır. Zaten Allahü Teala (c.c.) “İnsanları ve cinleri ancak
bana ibadet etsinler diye yarattım” diye buyurmuştur (Zariyat). O’na
layık olmaya çalışalım. Bizlere bildirmiş olduğu hayırları yapmaya
gayret edelim. Zaten Allahü Teala da (c.c.) şöyle buyuruyor. “Azaba
duçar olmadan önce (tevbe edip) Rabbiniz’e dönün ve ona teslim
olun.Sonra yardım olunmazsınız. Ansızın haberiniz olmadan azap size
gelmeden önce Rabbiniz’den size indirilenin en güzeline
(nehyedildiklerinizi bırakıp emrolunduklanıza) tabi olun.” (Zümer, 54-5)
Dünyada yapılan günahların hesabı, azabı ve cezası ahirettedir. Ölmeden
önce iyi amelde bulunmaya acele edin. Bir insan tek başına, yalnızken,
günah işleme fırsatı olduğu halde, Allah’tan (c.c.) korkarak o günahı
işlemezse, Allah (c.c.) ona çok büyük ecir ve sevap veriyor. Bu davranış
(günahtan kaçış) mümin için en hayırlı iştir. Bu hal imanın kemale
erdiğinin alametidir.
Kalabalıktan çekindiği için günah işlemeyen kimseye sevap yoktur ama
yalnızken ve elinden geldiği halde, yapabilecek durumdayken günah
işlemeyene çok sevap vardır.
Herkesin birbirinden kaçacağı o günde, bütün insanlar hesapları
görüldükten sonra bir kısmı cennete bir kısmı da cehenneme gitmek üzere
ayrılırlar. Daha sonra herkes ayrıldıkları yerlerine gitmeden önce;
anne, baba, oğul, kız hepsi birbirlerine sarılıp vedalaşırlar. Onların
bu vedalaşmaları 500 yıl sürer. Vedâalaşma bitince melekler onlara
gelecek ve ” Vedalaşma bitmiştir. Artık birbirinizden ayrılın”
diyeceklerdir.
Sonra da herkes hak ettiği yere gönderilecektir. Cehenneme gidenlere
Allah (c.c.) seslenir:
” -Ey Adem oğulları! Şeytana itaat etmeyin, o sizin apaçık
düşmanınızdır, bana itaat edin, doğru yol budur, diye size bildirmedim
mi?” (Yasin, 60-61)
Yine Allahü Teala (c.c.) şöyle buyurur:
” -Bugün onların ağızlarını mühürleyeceğiz. Elleri bize konuşacak ve
ayakları da neler işledilerse ona şahitlik edeceklerdir.”
(Yasin 65).
İnsanların omuzlarında iki melek vardır. İşlenen günahı tevbe edebilir
diye sağdaki melek soldakine yirmidört saat yazdırmıyor. Bu vakit
zarfında tevbe etmezse, defterine bir günah yazılıyor. Sevap meleği ise,
her sevap ve iyilik için ondan yediyüz katına kadar sevap yazdığı
oluyor. Hiç beklemeden hemen yazıyor. Bundan büyük bir nimet olur mu?
Allahü Teala(c.c.) kulunu bağışlayıp affetmek için adeta ufak bir bahane
arıyor. Madem Allah (c.c.) bahane arıyor, biz de gayret edelim. Dünya
ile mağrur olmayalım, ona kanmayalım.
Sofiler ayakta çok beklediler. Onun için sohbetime burada nihayet
veriyorum. Allah (c.c.) hepinizden razı olsun. İnşaallah nasib olursa
cumaya kadar evimize dönmek niyetindeyiz. Bu maksatla buradan
ayrılıyoruz.
Allah (c.c.) hepimizi affetsin, inşaallah.